Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2015/29299 E. ,
2015/30932 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, kötüniyet tazminatı, fak
ücret alacağı, yıpranma prim farkı, yıllık izin ile fazla mesai ücreti
alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteğin reddine karar vermiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş
olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor
dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı vekili müvekkilinin davalı idareye bağlı Ankara kargo
işlem merkezinde altişveren işçisi olarak çalıştığını belirterek kıdem
tazminatı, kötüniyet tazminatı, ücret farkı, yıpranma prim farkı, akdi ücretler
(yemet ücreti, yol ücreti ve benzeri), yıllık izin ücreti, fazla çalışma ücreti
alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
Davalılar, davanın reddine karar verilmesini talep
etmişlerdir.
Mahkemece, davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Karar, süresi içinde
davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davacı ve davalılar arasındaki
ilk sorun davanın SOMUTLAŞTIRILMASI yükümlülüğünün yerine getirilip
getirilmediği konusundadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 194. maddesinde,
somutlaştırma yükü düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrası uyarınca,
taraflar dayandıkları vakıaları, ispata elverişli bir şekilde somutlaştırmakla
yükümlüdür. Madde gerekçesinde, maddenin ihdas amacının, uygulamada genel geçer
ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne
geçmek olduğu belirtilmiştir. Gerekçenin devamında, "Bir davada, ispat
faaliyetinin tam olarak yürütülebilmesi, mahkemenin uyuşmazlığı doğru tespit
ederek yargılama yapabilmesi, karşı tarafın ileri sürülen vakıalara karşı
kendini savunabilmesi için, iddia edilen vakıaların açık ve somut olarak ortaya
konulması gerekir. Genel geçer ifadelerle, somut bir şekilde ortaya koymadan
iddia veya savunma amacıyla vakıaların ileri sürülmesi durumunda, yargılamanın
sağlıklı bir şekilde yürütülmesi mümkün olmayacağı gibi, vakıaların anlaşılması
için ayrıca bir araştırma yapılması ve zaman kaybedilmesi sözkonusu olacaktır.
Taraflar, haklarını dayandırdıkları hukuk kuralının aradığı koşul vakıalara
uygun, somut vakıaları açıkça ortaya koymalıdırlar. Bu vakıaların somut olarak
ileri sürülmesi, ilgili taraf için bir yüktür; bu yükü yerine getirmeyen
sonuçlarına katlanacaktır." şeklindeki ifadelere yer verilerek
somutlaştırma yükünün anlam ve önemi vurgulanmıştır.
6100 sayılı Kanun'un 119/1-e. maddesi uyarınca da, davacının
iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık
özetlerinin dava dilekçesinde yer alması zorunludur. 6100 sayılı Kanun’un 25.
maddesi gereğince de hâkim, tarafların ileri sürmediği vakıaları ve söylemediği
bir şeyi dikkate alamaz, hatırlatmada dahi bulunamaz ve hâkimin kendiliğinden
delil toplaması da mümkün değildir. Kanunda vakıaların açık ve somut olarak
gösterilmesi yeterli görülmemiş, 6100 sayılı Kanun’un 119/1-f. madde hükmünde
ayrıca, açık ve somut olarak gösterilmesi gereken her bir vakıanın hangi
delille ispat edileceğinin de belirtilmesi aranmıştır. Keza, bu durum, yukarıda
açıklanan 194. maddenin ikinci fıkrasının da tereddüt uyandırmayacak derecede
açık hükmünün bir gereğidir.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, davacı,
dilekçesinde talebinin dayanağı olan vakıaları tek tek, açık ve somut olarak
göstermek ve her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini de somut
olarak belirtmek durumundadır. Bu eksiklikleri gidermenin yolu, 119. maddenin
2. fıkrasındaki süreyi vermek değildir. Zira, Hukuk Mahukemeleri Kanunu madde
119’da dilekçedeki eksiklik halinde ne yapılması gerektiği maddenin 2.
fıkrasında belirtilmiştir. Bu fıkraya ve maddenin gerekçesine bakıldığında,
Kanun koyucunun, dilekçedeki bazı eksikliklerin bir haftalık kesin süre
verilerek tamamlanması, tamamlanmadığı takdirde de davanın açılmamış sayılması
gerektiğini kabul ettiği görülmektedir. Bunlar, 119. maddenin 1. fikrasının
(b), (c), (ç), (ğ), (h) bentlerindeki hallerdir. Bunun dışındaki hallerde ne
yapılacağı 119. maddede belirtilmeyip ya ilgili özel kanun hükmüne (örneğin,
dava değerinin gösterilmemesi halinde Harçlar Kanunu hükümleri) veya diğer
hükümlere başvurulması gerekmektedir. Dilekçede vakıaların hiç ya da somut
olarak gösterilmemesi ve delillerle bağlantı kurulmaması halindeki özel
düzenleme ise 194. maddedir. Dolayısıyla bu hükümden hareketle sorun
çözülmelidir.
Daha önce doktrinde ve kısmen yargı kararlarında zikredilen
somutlaştırma yükü, 6100 sayılı Kanun ile birlikte açık bir kanunî düzenlemeye
kavuşmuştur. Ancak, bu noktada iddia yükü ile somutlaştırma yükünü birbirinden
ayırt etmek de gerekir. Dilekçede hiçbir vakıaya veya hukukî nitelikte vakıa
sayılacak iddialara yer verilmemişse, o zaman "iddia yükünün" yerine
getirilmemesinden; belirli vakıa iddiaları mevcut olmakla birlikte, bunların
somut ve açık şekilde gösterilmemesi (ve delillerle bağlantı kurulmaması)
halinde ise, somutlaştırma yükünün yerine getirilmemesinden söz edilir (O.
Atalay, Menfi Vakıaların İspatı, İzmir 2001, s. 22 vd.;
H.Pekcanıtez/O.Atalay/M. Özekes, Medenî Usûl Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s.
664 vd.). Bu her iki yük de usûlî yükler olmakla birlikte, sonuçları ayrı
değerlendirilmelidir. İddia yükünün yerine getirilmemesi halinde, gerçek
anlamda bir vakıa iddiası mevcut değildir ve 6100 sayılı Kanun'un madde 25
gereğince hâkimin mevcut olmayan bir vakıaya dayanması, hatta bunu hatırlatması
mümkün olmayacaktır. İddia edilmeyen bir şeyin ispatına yönelik faaliyetten de
söz edilemez. Kısaca, iddia yoksa, ispat da yoktur (Atalay, s. 27-29; B. Umar,
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, 2. Baskı, Ankara 2014, s. 139, 144). Bu
sebeple, iddia yükünün yerine getirilmemesi halinde, dilekçeler teatisi
aşamasında bu eksiklik tamamlanmamışsa (ki iş yargılamasında basit yargılama
usûlü uygulandığından dilekçeler teatisi olarak ancak birer defa dilekçe vermek
mümkündür), bu aşamadan sonra başkaca bir inceleme yapmadan, işin esasına
girmeden, davanın "iddia yükü yerine getirilmediğinden usûlden reddi"
gerekir (Umar, s. 139). Çünkü, esasa girip ne ön inceleme ne tahkikat konusu
yapılacak bir vakıa mevcuttur.
Davacının
dilekçesinde talebine dayanak yaptığı bazı iddialar (vakıalar) olmakla
birlikte, bunlar somut ve açık değilse, o zaman somutlaştırma yükünün yerine
getirilmemesinden söz edilmelidir. Somutlaştırma yükü yerine getirilmeden ne
karşı tarafın sağlıklı savunma yapması ne de sağlıklı bir hüküm verilmesi
mümkündür. Çünkü, karşı tarafın hukukî dinlenilme hakkının gereği olarak
açıklama ve ispat hakkını kullanabilmesi için, öncelikle kendisine yöneltilen
iddialar hakkında tam olarak bilgilenmesi zorunludur. Keza, hükümde nelerin
yer alması gerektiğini belirten Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 297 gereğince,
tarafların iddia ve savunmalarının, uyuşmazlık noktalarının, hükmün dayandığı
ve sabit görülen vakıların, tam olarak gösterilmesi aranmaktadır. Somut
vakıalar olmadan, hâkimin sağlıklı ve somut bir karar vermesi de mümkün
değildir.
Davanın dayanağı olan
vakıaların soyut olarak gösterilmesi yetmez, bu vakıaların ispata elverişli
şekilde zaman, mekan ve içerik olarak SOMUTLAŞTIRILMASI zorunludur.
Somutlaştırmak, bir iddiayı, zaman, mekân, kişi, oluş şekli gibi unsurlarıyla
algılamaya, anlamaya, tartışmaya, ispata elverişli şekilde ortaya koymaktır.
Vakıaların somutlaştırılmasından sonra, karşı tarafça savunma yapılabilir ve mahkemece
bir vakıa tam olarak algılanabilir, ispat faaliyeti yürütülebilir ve vakıa
üzerinde inceleme ve tartışma yapılarak karar verilebilir (Atalay, s. 31 vd.;
Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 665). Soyut
ve genel ifadelerle dilekçe yazmak, tarafın kendi bilmediği bir şeyi karşı
tarafın bilmesini ve mahkemenin de talepte dahi bulunanın bilmediği, somut
olarak ileri sürmediği, belirsiz bir şeyden sonuç çıkarmasını beklemek anlamına
gelir ki, bu durum hukuk kuralları bir yana mantık kurallarıyla da bağdaşan bir
durum değildir. Yargıtay’ın yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere,
dava malzemesini getirmek tarafların, hukuku uygulamak mahkemenin işidir.
Taraflar dava malzemesini eksik değil, tam olarak getirmek durumundadırlar.
Unutmamak gerekir ki, talebin tam tespit edilemediği belirsiz alacak davasında
dahi, talep konusu belirsiz olsa dahi, Kanun hukuki ilişkinin belirtilmesini
zorunlu kılmıştır. Çünkü, kişi, belirsiz ve bilinmeyen bir hukukî ilişki ve
vakıadan hareketle bir talepte bulunamaz.
Somutlaştırma yükü de iddia yükü gibi usûlî bir yük olmakla
birlikte, sonucu iddia yükünden farklıdır. İddia yükünde ortada bir vakıa
yokken, somutlaştırma yükünde bir vakıa mevcut, ancak kanunun aradığı şekilde
açık ve somut değildir. Bu durumda, özellikle hâkimin davayı aydınlatma ödevi
ile ön inceleme hükümleri dikkate alınmalıdır. Çünkü, "maddi ve hukuk
açıdan belirsiz yahut çelişkili" hususlarda hâkim davayı aydınlatmak
durumundadır (V. Karaaslan, Medenî Usûl Hukukunda Hâkimin Davayı Aydınlatma
Ödevi, Ankara 2013). Somut olmayan
vakıalarda, maddi ve belirli ölçüde hukuki belirsizlik mevcuttur, bu
belirsizliğin giderilmesi gerekir. Bu belirsizlik dilekçelerin verildiği
aşamada giderilebileceği gibi, özellikle gerek 6100 sayılı Kanun'un madde 320
gerekse madde 137 ve 140 hükümleri gereğince, hâkim tarafından bu konuda çaba
gösterilmesi gerekir. Çünkü, ön ncelemede tarafların iddia ve savunmalarının
tespit edilmesi, anlaştıkları ve anlaşamadıkları noktaların tek tek
belirlenmesi gerekli ve zorunlu olup bu aynı zamanda hâkimin ödevidir. Bu
çerçevede hâkimin ön incelemede mutlaka somutlaştırmayı sağlaması gerekir. Bu
sebeple, sadece tarafların dilekçelerini tekrar ettikleri yönündeki beyanların
tutanağa geçirilmesi veya soyut ifadelerle tespit yapılması yeterli değildir. Bu,
mahkemenin yargılamayı yürütmesi bakımından sağlıklı olmayacağı ve Kanuna
aykırı olacağı gibi, Yargıtay denetimine elverişli bir durum da
oluşturmayacaktır. Bunun gibi, tarafların üzerinde bulunan yükleri (iddia,
somutlaştırma ve ispat yükü) ve hâkimin görevi ve ödevini bilirkişinin üzerine
yıkarak, bilirkişinin bu tespitleri yapması da beklenemez ve bu tespitlere göre
de dava yürütülemez. Zira, tarafın iddiası olmayan veya somutlaştırmadığı bir
hususu, bilirkişi incelemez, değerlendiremez; bilirkişi hâkimin yerine de geçerek davayı aydınlatamaz, uyuşmazlık ve
vakıa belirlemesinde bulunamaz. Bilirkişi ancak, varolanı inceleyebilir,
açıklayabilir, teknik bilgisiyle istenen hususu tespit edebilir. Başlangıçta
taraflarca ve hâkim tarafından gerçekleştirilmeyen bu işlemlerin sonradan
bilirkişi marifetiyle giderilmesi usûlen mümkün değildir.
Eğer somutlaştırma yükü, hâkimin davayı aydınlatma ödevi ve
ön incelemedeki görevine rağmen, davacı tarafından yerine getirilmemişse, o
zaman bu yüke bağlanan yaptırım ortaya çıkacaktır. Somutlaştırma yükünün yerine getirmemenin yaptırımı, ispat yükünü yerine
getirmemektir. Bu ise, aslında vakıanın ispata elverişli kabul edilememesi ve
bunun sonucu olarak da belirsizlik rizikosuna katlanma şeklinde
gerçekleşecektir. Böyle bir durumda, somutlaştırma yükü ve dolayısıyla ispat
yükü yerine getirmediğinden, ispat edilemeyen davanın reddi sonucu doğacaktır
ki, bu da davanın esastan reddi olup işin esası bakımından kesin hüküm
oluşturacaktır. (Atalay, s. 36; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 666; Umar, s.
144).
Sonuç olarak dava
dilekçesinde, gerek 6100 sayılı Kanun'un madde 119/1-e gerekse madde 194
gereğince somutlaştırma yükünün yerine getirilmemiş olması halinde, önce hâkim
davayı aydınlatma ödevi ve ön incelemdeki görevi gereği, somut olmayan
hususların belirlenmesini (yeni bir vakıa meydana getirmeden, sadece mevcut
vakıa kapsamında) davacıdan istemeli, bu
eksiklik tamamlanırsa yargılamaya devam edilerek karar verilmeli, bu eksiklik
tamamlanmaz, somutlaştırma gerçekleşmezse, ispatsız kalan davanın reddine karar
verilmesi gereklidir.
6100 sayılı Kanun'un 90. maddesi; "Süreler, kanunda
belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai
durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim,
kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeplerle artırabilir veya
eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları
da dinler." 94. maddesi ise; "Kanunun belirlediği süreler kesindir.
Hâkim, tayin ettiği sürenin kesin olduğuna karar verebilir. Aksi hâlde,
belirlenen süreyi geçirmiş olan taraf yeniden süre isteyebilir. Bu şekilde
verilecek ikinci süre kesindir ve yeniden süre verilemez. Kesin süre içinde
yapılması gereken işlemi, süresinde yapmayan tarafın, o işlemi yapma hakkı
ortadan kalkar." düzenlemesini içermektedir.
Dosya içeriğine göre, mahkemece, tensip ara kararı ile
davacıya, davalı ................ bünyesinde çalıştığı süreleri açıklaması için
iki haftalık süre verilmiştir. Davacı vekili, belirtilen süre içerisinde bu
konuda bir açıklama dilekçesi sunmamış ve mahkemece bu sebeple dava usulden
reddedilmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 194. maddesi gereğince somutlaştırma
yükümlülüğünün yerine getirilmesi için anılan Kanun'un 90. ve 94. maddeleri
kapsamında hakim tarafından ilk defa verilen ve kesin olduğu ara kararda
belirtilmeyen bu süre kesin sürenin sonuçlarını doğurmaz. Bu durumda mahkemece,
kesin sürenin sonuçları da hatırlatılarak davacının, davalı ................
bünyesindeki çalışma süresi ve hangi tarihler arası talep konusu alacakların
hesaplanmasını istediğini açıklanması istenilmeli, oluşacak sonuç dairesinde
hüküm kurulmalıdır. Yazılı gerekçe ile davanın usulden reddedilmesi hatalı olup
bozmayı gerektirmiştir.
2-Taraflar arasındaki
diğer sorun maddi bir hatadan kaynaklanan ya da dürüstlük kuralına aykırı
olmayan, hakim tarafından da kabul edilen taraf değişikliği talebinin yeni bir
dava dilekçesi verilmesini gerektirip gerektirmeyeceği konusundadır. 6100 sayılı Kanun'un 124. maddesi;
"Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile
mümkündür. Bu konuda kanunlarda yer alan özel
hükümler saklıdır. Ancak, maddi bir
hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği
talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir.
Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi
kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını
aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim,
davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet
vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder." düzenlemesini
içermektedir.
Dosya içeriğine göre, dava dilekçesinde davalı şirket ismi
ve unvanı ............. olarak bildirilmiştir. Dava dilekçesinin anılan şirkete
tebliği için dilekçede bildirilen adreste çıkartılan tebligat, bir başka adrese
sevk edilmiş ve ............... isim ve ünvanı ile tebliğ edilmiştir. Şirket
vekilinin tebliğ edilen dava dilekçesinde şirket unvanı ve isminin yazmadığı
yönündeki itirazı üzerine, mahkemece, davacı tarafa, dava dilekçesini ikinci
sıradaki davalı ismi yönünden düzelterek yeniden sunması için iki haftalık
kesin süre verilmiştir. Davacı vekili 17.12.2014 tarihli düzeltme dilekçesini
sunmuştur. Mahkemece verilen kesin süre içerisinde ara kararda belirtildiği
şekilde yeni bir dava dilekçesi verilmediği gerekçesi ile dava usulden
reddedilmiştir.
Dava dilekçesinde tarafın yanlış gösterilmesi kabul
edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın
taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Mahkemece, davalı şirketin isim ve
unvanında kabul edilebilir yanılgı sebebi ile taraf değişikliği talebinin kabul
edilmiş olması isabetlidir. Ancak bu işlem yeni bir dava dilekçesi verilmesini
gerektirmeyip düzeltme dilekçesinin verilmesi ve dava dilekçesi ile birlikte
anılan dilekçenin taraflara tebliği yeterli olup, davalı şirketin isim ve
unvanındaki değişikliği içeren yeni bir dava dilekçesinin verilmemesi sebebi
ile davanın usulden reddedilmesi hatalıdır.
Ayrıca, mahkeme gerekçesinde, dava dilekçesinde ... olarak
bildirilen davalının ünvanının davanın açılmasından önce ............ olarak
değiştiği, anılan davalının bu unvan ile cevap dilekçesi ve vekaletname
sunduğu, bu yanılgının maddi hataya dayandığı belirtilmiştir. 6100 sayılı
Kanun'un 124/3. maddesi gereğince taraf değişikliğinin UYAP üzerinden mahkemece
re'sen gerçekleştirildiği açıklandıktan sonra, kanuna uygun olarak yapılan bu
işlemin, davanın usulden reddi için gerekçe yapılması doğru olmamıştır.
3-Taraflar arasındaki
diğer sorun dava dilekçesinde hüküm altına alınması istenen kıdem tazminatı ve
kötüniyet tazminatı alacaklarının talep açıklama dilekçesinde yer verilmemiş
olmasının davanın usulden reddini gerektirip gerektirmediği konusundadır.
Dosya içeriğine göre, davacı vekili dava dilekçesinde, kıdem
tazminatı, kötüniyet tazminatı, ücret farkı, yıpranma prim farkı, akdi ücretler
(yemet ücreti, yol ücreti ve benzeri), yıllık izin ücreti, fazla çalışma ücreti
alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir. Dava değeri olarak
2.000,00 TL gösterilmiş ancak hangi alacak kaleminden ne miktarda talepte
bulunulduğu açıklanmamıştır. Mahkemece bu konuda verilen süre üzerine sunulan
açıklama dilekçesinde, kıdem tazminatı ve kötüniyet tazminatı alacaklarına yer
verilmemiştir. Dava dilekçesinde sayılan diğer alacak kalemlerine ilişkin talep
edilen miktarlar toplamı, dava değeri olarak gösterilen 2.000,00 TL'ye ulaşacak
şekilde açıklamada bulunulmuştur. Bu durumda açıklama dilekçesinde yer
verilmeyen kıdem tazminatı ve kötüniyet tazminatı alacakları yönünden usulüne
uygun şekilde harç yatırılarak açılmış bir dava bulunmadığı anlaşıldığından
anılan alacak kalemleri yönünden davanın usulden reddedilmiş olması doğrudur.
Ancak miktarları belirtilen talep konusu diğer alacak kalemleri yönünden
yargılamaya devam edilerek bir karar verilmesi gerekirken davanın bu gerekçe
ile usulden reddi hatalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA,
peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 16.11.2015 günü
oybirliği ile karar verildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder