T.C.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/3370
K. 2017/9753
T. 30.10.2017
DAVA : Taraflar arasındaki, ölümlü trafik kazası sebebiyle maddi ve manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, kararda yazılı nedenlerle, davanın zamanaşımı sebebiyle reddine dair verilen hüküm, davacı vekili tarafından süresi içinde, adli yardım talepli olarak temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalıya ait çöp toplama tesisinde davalı çalışanı olan ... tarafından idare edilen iş makinasının çarpmasıyla davacının oğlunun öldüğünü, davacının ölenin desteğinden yoksun kaldığını ve manevi zarara uğradığını belirterek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 36.689,73. TL. maddi ve 50.000,00 TL. manevi tazminatın kaza tarihinden işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, ıslah yoluyla, davaya konu alacağın zamanaşımına uğradığını, davanın zamanaşımından, kabul edilmediği takdirde de esastan reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; haksız fiil için öngörülen zamanaşımı süresinin ve ceza zamanaşımı süresinin dolmasından sonra davanın açıldığı, davalı vekilinin süresi içinde zamanaşımı def'ini ileri sürdüğü gerekçesiyle, davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisinde mevcut olan sosyal ekonomik durum araştırma tutanağı ile diğer belgelere istinaden, 6100 Sayılı HMK'nun 336. maddesi uyarınca, davacı vekilinin adli yardım talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.
1-)Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre; davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-)Dava, ölümlü kaza nedeniyle, ölenin yakınının maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Dava dilekçesinin 20.08.2014 tarihinde davalı tarafa tebliği üzerine, davalı tarafça yasal 2 haftalık sürede cevap dilekçesi sunulmamış; 05.03.2015 tarihli 2. celsede davalı vekili tarafından zamanaşımı def'i ileri sürülmüş, davalı vekilinin 06.03.2015 havale tarihli dilekçesinde de duruşma esnasında ve yasal sürede zamanaşımı def'ini ileri sürdükleri belirtilerek savunmalarını ıslah edecekleri bildiril; aynı tarihli "ıslah yoluyla zamanaşımı def'inin ileri sürülmesi" konulu dilekçe sunulmuştur. Davalı vekilinin sunduğu bu dilekçenin, davacı vekiline tebliğ edildiği 09.04.2015 tarihli celsede ve daha sonra sunulan 24.04.2015 tarihli beyan dilekçesinde, yasal süresi içinde cevap dilekçesi ile ileri sürülmeyen zamanaşımı def'inin kabul edilemeyeceği belirtilmiş ve davalının talebine karşı konulmuştur. İfade olunan bu hususlara göre; taraflar arasındaki uyuşmazlık, yasal süresi içinde cevap dilekçesi sunmayan davalı tarafın, ıslah yoluyla zamanaşımı def'ini ileri sürüp süremeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı 141. maddede hüküm altına alınmış olup, anılan maddenin 1. fıkrasında "taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez" düzenlemesine; 2. fıkrasında ise "iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır" düzenlemesine yer verilmiştir. Anılan bu yasal düzenlemelere göre, yargılamanın ilk kesiti olan dilekçelerin teatisi (verilmesi) aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı söz konusu değildir. Tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile iddia ve savunmalarını serbestçe genişletmesi yahut değiştirmesi mümkündür. Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağı ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile savunma genişletilebilir ya da değiştirilebilir. Şayet davacı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmezse davalı yine savunmasını serbestçe (davacının muvafakati aranmaksızın) değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise iddia veya savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasaktır. Bu yasağın istisnaları yine maddenin son fıkrasında açıklanmış ve karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah suretiyle iddia ve savunmanın genişletilip, değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
Davaya yasal süresi içerisinde cevap vermemiş olan davalının süresinden sonra vereceği cevap dilekçesi ile zamanaşımı def'inde bulunabilmesi ancak davacının muvafakat etmesi ile mümkündür. Aksi halde savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşan zamanaşımı def'ine değer verilemez. 1086 Sayılı HUMK'nın 202. maddesi uyarınca davacının açık ya da zımni muvafakati yeterli iken, 6100 Sayılı HMK'nın yürürlüğünden sonra, tarafların açık muvafakati olmadığı sürece iddia ve savunma genişletilemeyeceğinden, davacının açık muvafakati olmadığı sürece zamanaşımı savunması dikkate alınamayacaktır.
Islahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan, taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerekir. Gerek mülga 1086 Sayılı HUMK'nın 83. maddesinde gerekse yargılama sırasında yürürlükte olan 6100 Sayılı HMK'nın 176. maddesinde taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu nedenle, cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi, davaya cevap vermekten ibarettir. Cevap dilekçesinin hiç verilmemiş olması halinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir usul işleminin varlığından söz edilemez. Aksi halde, suskun kalınarak hiç cevap verilmemiş olması halinin bir usul işlemi olarak kabulü gerekir. Bu çerçevede, süresi geçtikten sonra yapılan ve karşı çıkılan savunmanın da hiç yapılmamış gibi olduğunu ve aynı hukuki sonucu doğuracağını belirtmek gerekir. Usul işleminin ıslahla düzeltilmesi öncelikle geçerli bir hukuki işlemin varlığını gerektirdiğinden, yapılmamış hükmünde sayılan bir usul işleminin ıslahla düzeltilmesi de düşünülemez. Zamanaşımı, hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup; usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır. Zamanaşımının savunma aracı olmasının doğal sonucu olarak, ileri sürülmesi belli süre ve şartlara tabi olmasını gerekli kılmaktadır. Davaya yasal süresi içinde cevap veren, ancak zamanaşımı def'ini ileri sürmeyen davalı tarafın, verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def'ini ileri sürmesi mümkündür (...'nun 06.04.2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı ilamı ile 12.06.2013 gün ve 2012/10-1633 E., 2013/825 K. Sayılı ilamları). Ne var ki, yasal süresi içinde davaya cevap vermeyen ve cevap dilekçesi verme biçimindeki usul işlemini yapmayan davalı tarafın, yapılmamış bir usul işlemi için ıslah yoluna başvurması ve bu yolla zamanaşımı def'ini ileri sürmesi kabul edilemez (...'nun 07.06.2017 gün ve 2017/17-1093 E., 2017/1090 K. sayılı ilamı).
İfade olunan tüm bu sebeplerle; davalı vekilinin yasal 2 haftalık süre içinde cevap dilekçesi vermek biçiminde gerçekleştirdiği usul işleminin bulunmadığı; yapılmış usul işlemi bulunmayan bir durumda ıslah yoluna başvurulamayacağı ve bu yolla zamanaşımı def'inin ileri sürülemeyeceği; davalı tarafın sonradan zamanaşımı def'ini ileri sürmesinin savunmanın genişletilmesi mahiyetinde olduğu ve bu genişletmeye davacı tarafından açıkça muvafakat edilmediği gibi karşı çıkıldığı; süresinde ve usulünce ileri sürülmüş zamanaşımı def'inin bulunmadığı hususları gözetilerek, işin esasına girilip oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle, yazılı olduğu biçimde davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin, yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının REDDİNE; (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA; adli yardım talepli olduğu için harç alınmasına yer olmadığına, 30.10.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
01.10.2011
tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise iddia ve
savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı 141. maddede hüküm altına
alınmış olup, anılan maddede;
T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
E. 2016/9-1209 - K. 2017/1075 - T. 7.6.2017
• İŞÇİLİK ALACAKLARI DAVASI (Yasal Süresi Geçtikten Sonra
Verilen ve Davacı Tarafın İtirazı İle Karşılaştığı İçin Hiç Verilmemiş Sayılan
Cevap Dilekçesinin Islahı Suretiyle Zamanaşımı Definin İleri Sürülemeyeceği -
Davacının Açık Muvafakati Yokken İlerleyen Aşamada Davalının Zamanaşımı
İtirazının Dinlenmesinin Hatalı Olduğu)
• SAVUNMANIN GENİŞLETİLMESİ (Davaya Yasal Süresi İçerisinde
Cevap Vermemiş Olan Davalının Süresinden Sonra Vereceği Cevap Dilekçesi İle
Zamanaşımı Definde Bulunabilmesinin Ancak Davacının Muvafakat Etmesi İle Mümkün
Olup Aksi Halde Savunmanın Genişletilmesi İtirazı İle Karşılaşan Zamanaşımı
Define Değer Verilemeyeceği)
• ZAMANAŞIMI DEFİ (İşçilik Alacakları Davası - Yasal Süresi
Geçtikten Sonra Verilen ve Davacı Tarafın İtirazı İle Karşılaştığı İçin Hiç
Verilmemiş Sayılan Cevap Dilekçesinin Islahı Suretiyle Zamanaşımı Definin İleri
Sürülemeyeceğinin Gözetilmesi Gerektiği)
• KARŞI TARAFIN MUVAFAKATİYLE İDDİA VE SAVUNMANIN
DEĞİŞTİRİLMESİ (1086 Sayılı Kanun Uyarınca Davacının Açık ya da Zımni
Muvafakati Yeterli İken 6100 Sayılı Kanunun Yürürlüğünden Sonra Tarafların Açık
Muvafakati Olmadığı Takdirde İddia ve Savunma Genişletilemeyeceği - İşçilik
Alacakları Davası)
• ISLAH (Davalı Vekilince Süresi İçinde İbraz Edilmeyen
Ancak Cevap Dilekçesinin Zamanaşımı Defi Yönünden Islah Edildiğini Belirten
Dilekçe Verildiği - Yasal Süresi Geçtikten Sonra Verilen ve Davacı Tarafın
İtirazı İle Karşılaştığı İçin Verilmemiş Sayılan Cevap Dilekçesinin Islahı
Suretiyle Zamanaşımı Definin İleri Sürülemeyeceği)
6100/m.141,176,317,319
ÖZET : Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine
ilişkindir. Davaya yasal süresi içerisinde cevap vermemiş olan davalının
süresinden sonra vereceği cevap dilekçesi ile zamanaşımı def'inde bulunabilmesi
ancak davacının muvafakat etmesi ile mümkündür. Aksi halde savunmanın
genişletilmesi itirazı ile karşılaşan zamanaşımı def'ine değer verilemez.
HUMK'nın 202. maddesi uyarınca davacının açık ya da zımni muvafakati yeterli
iken, 6100 Sayılı HMK'nın yürürlüğünden sonra tarafların açık muvafakati
olmadığı takdirde iddia ve savunma genişletilemeyeceğinden davacının açık
muvafakati olmadığı sürece zamanaşımı savunması dikkate alınamaz. Davalı
vekilinin zamanaşımı savunmasını içermeyen ve yasal süresi geçtikten sonra
verildiğinden hiç verilmemiş kabul edilen cevap dilekçesi sunduğu, davacının
işçilik alacaklarını miktar itibarıyla artırmak suretiyle ıslah etmesi üzerine
bu ıslah işlemine karşı da davalı vekilince süresi içinde ibraz edilmeyen ancak
cevap dilekçesinin zamanaşımı defi yönünden HMK'nın 176. maddesi gereği ıslah
edildiğini belirten dilekçe verildiği ancak bu dilekçeye karşı davacı vekilince
açıkça itiraz edildiği görülmüştür. Dolayısıyla yasal süresi geçtikten sonra
verilen ve davacı tarafın itirazı ile karşılaştığı için hiç verilmemiş sayılan
cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle zamanaşımı def'inin ileri sürülemeyeceği
kabul edilmelidir. Bu sebeple davacının açık muvafakati yokken ilerleyen
aşamada davalının zamanaşımı itirazının dinlenmesi ve yazılı şekilde hüküm
kurulması hatalıdır.
DAVA : Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından
dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 31. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne
dair verilen 11.06.2014
gün ve 2013/325 E., 2014/202 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı ve
davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 30.04.2015 gün
ve 2014/25985 E., 2015/16007 K. sayılı kararı ile;
(... A-) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirkete ait iş yerinde 23/11/1999 - 31/12/2010
tarihleri arasında çalıştığını, iş sözleşmesinin işverence feshedildiğini,
müvekkiline ihbar tazminatı ödenmediğini, müvekkilinin davalı iş yerinde
çalıştığı süre zarfında haftalık 45 saati aşan mesai yaptığını, müvekkilinin en
az 240 saat fazla mesai yaptığını, ancak mesai ücretlerinin ödenmediğini,
yıllık izin süresi ile ihbar sürelerinin iç içe geçemeyeceğini iddia ederek,
ihbar tazminatı ve fazla mesai alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.
B-) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili; davacının haftalık 45 saati aşan fazla mesai
yapmadığını, davacının iş sözleşmesi feshedilirken ihbar süresinin
hesaplandığını, davacıya ihbar öneli verildiğini, davacıya iş arama izni
kullandırıldığını, ihbar tazminatı talep koşullarının oluşmadığını savunarak
davanın reddini istemiştir.
C-) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna
dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D-) Temyiz:
Kararı, taraflar temyiz etmiştir.
E-) Gerekçe:
1-)Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı
kanuni gerektirici sebeplere göre davalının tüm davacının aşağıdaki bendin
kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına
uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması
yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan
da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu
"eksik bir borç" haline dönüştürür ve "alacağın dava edilebilme
özelliği"ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer
savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından,
artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir
anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu
olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir
savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil,
istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan
yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz
önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen
süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı,
borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu
durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın
var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel
bulunmamaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar
Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi
öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına
dair davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 Sayılı Borçlar Kanununun
125. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012
tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 146.
maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat,
kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 Sayılı İş Kanununun; 5.
maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki
maddi ve manevi tazminat, 28. maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden
kaynaklanan tazminat, 31/ son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama
nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem
tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin
feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak
durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence
isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini
ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine
dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi
halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat
niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 Sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475
Sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi
öngörülmediği halde, 4857 Sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş
yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu
Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik
alacakları ise 818 Sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık
zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı
TBK.'un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş
yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.
Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi
gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş
sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının
zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün
ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel
olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117.
maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade
eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 151. maddesinde
zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası,
zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818
Sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098
Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 151. maddesinde yer almaktadır.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 152. maddesi gereğince,
asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına,
uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına
tabi olur(818 Sayılı BK.131).
Türk Borçlar Kanunu'nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2)
uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının
kesilmesi sadece davaya konu alacak için söz konusudur.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 153/4 maddesinde “Hizmet
ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları
için" zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin
iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır.
Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle
aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan
kimsedir(818 Sayılı BK. Mad.132).
6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 Sayılı BK. 133)
zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar
etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun
tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam
etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için,
eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun
veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve
ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı,
ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin
tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç
doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra
takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise,
zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça
belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile
mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge
Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak
kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde
alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya dair hakların saklı tutulması, dava açma
tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün
dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı sebeplerle
geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş
ilkeye göre, kısmi davada fazlaya dair hakların saklı tutulmuş olması, saklı
tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi
davaya konu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya dair
her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye
başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü,
"Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından
birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur." kuralını
içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı
zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını
keser. (818 Sayılı BK. Mad.134)
Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139),
zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun
zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden
feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa
daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına dair yasada herhangi bir hüküm
bulunmamaktadır. O sebeple borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı
defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından
feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride
dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak
yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle
veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün
olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya
defi geri almasıyla da mümkündür.
5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesinde, iş
mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde
yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 447. maddesiyle sözlü
yargılama usulü kaldırılmış, aynı Kanun'un 316 vd. maddeleri gereğince iş
davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı
def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 Sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun yürürlükte olduğu dönemde 319. madde hükmü
uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle
başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011
tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi
ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086
Sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini
izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha
konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun
yürürlüğe girdiği 01.10.2011
tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah
dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu
kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da
süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının
açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 Sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra
yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı
çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100
Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra
yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça
muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki
uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define
davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri
sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).
Somut olayda, davalı vekili cevap dilekçesinde zamanaşımı
def'ini ileri sürmemiş, ıslaha karşı da süresinde zamanaşımı itirazında
bulunmamıştır. Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi
içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu'nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık
muvafakati ile yapılabilir. Bu sebeple davacının açık muvafakati yokken
ilerleyen aşamada davalının zamanaşımı itirazının dinlenmesi ve yazılı şekilde
hüküm kurulması hatalıdır...),
Gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle
yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının
süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra
gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine
ilişkindir.
Davacı vekili müvekkili işçinin iş sözleşmesinin haksız
olarak feshedildiğini, kıdem tazminatının ödendiğini ancak ihbar tazminatı ile
fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini ileri sürerek ihbar tazminatı ile fazla
çalışma alacağının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı şirket vekili davacı işçiye usulüne uygun şekilde
ihbar önelinin kullandırıldığını, müvekkili işyerinde fazla çalışma
uygulamasının bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini
istemiştir.
Mahkemece davalı işverenin ihbar öneli kullandırdığını ispat
edemediği, savunma ile çelişen ibranameye değer verilemeyeceği, dinlenen tanık
anlatımları nazara alınarak fazla çalışma yaptığı sonucuna ulaşıldığı, her ne
kadar davalı vekili tarafından cevap süresi içinde zamanaşımı savunması ileri
sürülmediği, ıslaha karşı da süresi içinde zamanaşımı definde bulunulmadığından
ıslah yolu ile zamanaşımı savunması ileri sürülemeyeceği davacı vekilince
belirtilmişse de davalı tarafın cevap dilekçesi sunmasa bile ıslah sureti ile
zamanaşımı savunmasını ileri sürebileceği yönündeki Yargıtay uygulamaları
nazara alınarak zamanaşımı savunmasının ıslah sureti ile ileri sürülebileceği
kabul edilerek ıslah tarihi itibariyle zamanaşımına uğrayan alacak kalemlerinin
dışlanması sonucu yapılan hesaplamaya dair bilirkişi raporu hükme esas alınarak
davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davacı ve davalı vekilinin temyiz isteminde bulunması
üzerine karar Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur.
Mahkemece cevap dilekçesinin süresinde verilmediği,
süresinde sunulmayan cevap dilekçesinde de zamanaşımı defi ileri sürülmediği,
ıslah kurumunun niteliği gereği cevap dilekçesinin verilmiş olup olmamasına
bağlı olmaksızın davalı tarafın ıslah suretiyle zamanaşımı defini ileri
sürmesine engel bir halin bulunmadığı, bozma kararının gerekçesine bakıldığında
6100 Sayılı HMK'nın 141/1. maddesindeki düzenleme sebebiyle davacının açık
muvafakatinin olmaması halinde ıslah ile zamanaşımı definin ileri
sürülemeyeceği gibi bir anlam ortaya çıktığı, 9. Hukuk Dairesinin emsal
nitelikteki kararlarına bakıldığında süresinde cevap dilekçesi verilmesi
şartına bağlı olarak ıslah ile davalı tarafın zamanaşımı savunmasını ileri
sürebileceği kabul edilmekte ise de, bu görüşün aksine süresi içinde cevap
dilekçesi verilmiş olup olmamasına bakılmaksızın davalı tarafın ıslah ile
zamanaşımı savunmasını ileri sürebileceği belirtilerek direnme kararı
verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık,
zamanaşımı savunmasını içermeyen ve süresinde ibraz edilmeyen cevap dilekçesi
sonrası davacı tarafından yapılan ıslaha karşı davalı tarafından süresinde
zamanaşımı savunmasında bulunulmadığı, yargılama sırasında davalı tarafından
ıslah suretiyle ileri sürülen zamanaşımı savunmasına da davacı tarafından
açıkça muvafakat edilmediği görülmekle davalının ıslah ile ileri sürdüğü
zamanaşımı savunmasına itibar edilip edilmeyeceği, burada varılacak sonuca göre
de işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktalarında
toplanmaktadır.
Öncelikle "zamanaşımı" kavramı ile ilgili genel
bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
Bilindiği üzere özel hukukta teknik bir kavram olan
zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde Kanun'un kabul etmiş
olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 146-161 (mülga 818 Sayılı
Borçlar Kanununun 125-140.) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın
ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından,
Kanun'un öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki
himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun
bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi
gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi
keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan
alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligatio naturalis)
haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına
uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun
için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya
yönelik bir def'ide bulunması gerekir (HGK'nun 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E., 255
K. sayılı kararı).
Zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan
kaynaklanan bir def'i olup; usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır
(Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:2, İstanbul 2001, s.1761 vd; Von
Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.;
Canbolat, F.: Def'i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki
Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.).
Zamanaşımı def'i, davalının aslında var olan bir borcunu
özel bir sebeple yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir haktır. Bu
hakkı kullanıp kullanmamak tamamen borçluya kalmıştır. Diğer bir anlatımla
davalı tarafından zamanaşımı def'i ileri sürülmedikçe, o hak ve alacak için
Kanun'un öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hakim bunu kendiliğinden
göz önüne alamaz.(BK m.140, TBK m.161)
Maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i ve savunma aracı olan
zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda
ise gerek eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 Sayılı Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanununda gerekse yargılamanın devamı sırasında yürürlüğe
giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda açık bir düzenleme bulunmamaktadır.
Zamanaşımı, kanunda (HUMK m.187, HMK m.116) sınırlı olarak sayılan ilk
itirazlardan olmadığından cevap dilekçesi ile ileri sürülme zorunluluğu
bulunmamaktadır. İlk itirazların karşı taraf muvafakat etse bile esasa cevap
süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi mümkün değildir. Buna karşın esasa cevap
süresi geçirilse bile zamanaşımı def'i ileri sürülebilir. Ne var ki bir savunma
aracı olan zamanaşımı def'inin, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi
yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu ana kadar ileri
sürülmeyen zamanaşımı def'inin sonradan ileri sürülmesi savunmanın
genişletilmesi niteliğinde olacağından, mahkemece dikkate alınabilmesi
davacının itirazı ile karşılaşmaması koşuluna bağlıdır.
Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi ve
değiştirilmesi yasağı” olarak adlandırılan bu yasak, davalının savunmasında
ileri sürdüğü olgular, istemler ve itirazlarını sonradan genişletmesi ya da
değiştirmesinin mümkün olmaması demektir. Kanunda gösterilen istisnalar dışında
davacı davasını genişletip değiştiremeyeceği gibi davalı da savunmasını
genişletip değiştiremez. Bu yasak, usul hukukunda benimsenen teksif ilkesinin
önemli bir sonucu olup bu yasağın hangi anda başladığını belirlemek için yasal
düzenlemelere bakmak gerekmektedir.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 Sayılı HUMK'nın 202.
maddesi:
"Davalı cevap dilekçesinde karşılık dava da dahil olmak
üzere bütün iddia ve savunmaları ile sebeplerini birlikte bildirmeye mecburdur.
Müddeaaleyh cevap layihasını hasmına tebliğ ettirdikten
sonra onun muvafakatı olmaksızın müdafaa sebeplerini tevsi veya tebdil edemez.
Ancak ıslah haliyle 186. madde hükmü müstesnadır."
hükmünü içermektedir.
Görüleceği üzere HUMK'nın yürürlükte olduğu dönemde
savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin
davalıya tebliği ile başlamaktadır. Davalı taraf cevap dilekçesinde tüm
savunmalarını sebepleriyle beraber bildirmek zorundadır. Cevap dilekçesinin
davacıya tebliğinden sonra savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez;
eş söyleyişle, cevap dilekçesinde bildirilmeyen def'iler ileri sürülemez;
ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da
genişletilemez ve değiştirilemez. Bu nedenle, HUMK'nın uygulandığı dönemde
zamanaşımı savunması davanın başında, süresinde verilecek cevap dilekçesinde
(veya sözlü yargılama usulünde ilk oturumda esasa girişilmeden önce)
yapılabilmekte idi. Ancak, bu yasağın istisnaları da aynı maddenin 3.
fıkrasında gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak, ıslahla
savunma sebeplerinin genişletileceği veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 06.04.2011 gün ve 2010/9-629 E.,
2011/70 K. sayılı kararı ile 12.06.2013 gün ve 2012/10-1633 E., 2013/825 K.
sayılı kararlarında süresinde davaya cevap vermekle beraber, zamanaşımı
savunmasında bulunmayan davalının bu savunmasını ıslah suretiyle sonradan ileri
sürebileceği, sonradan ıslahla ileri sürmesinde usule aykırı bir yönün
bulunmadığı kabul edilmiştir.
" (1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap
dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık
muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler.
Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen
taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut
değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya
savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.
(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi
konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır."
düzenlemesine yer verilerek yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım
yapılmıştır.
Bu yeni düzenlemede, yargılamanın ilk kesiti olan
dilekçelerin teatisi (verilmesi) aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi
veya değiştirilmesi yasağı söz konusu değildir. Tarafların cevaba cevap ve
ikinci cevap dilekçesi ile iddia ve savunmalarını serbestçe genişletmesi yahut
değiştirmesi mümkündür. Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağı ikinci
cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Ön inceleme aşamasında ise ancak karşı
tarafın açık muvafakati ile savunma genişletilebilir ya da değiştirilebilir.
Şayet davacı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmezse davalı yine
savunmasını serbestçe(davacının muvafakati aranmaksızın) değiştirebilir. Ön
inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise iddia veya savunmanın
genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasaktır. Bu yasağın istisnaları yine
maddenin son fıkrasında açıklanmış ve karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah
suretiyle iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilebileceği kabul
edilmiştir.
Yazılı yargılama usulüne tabi davalarda iddia ve savunmanın
genişletilmesi yasağı yukarda belirtildiği gibi ise de iş mahkemelerinde 5521
Sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesindeki düzenleme ile sözlü yargılama
usulü uygulanmaktadır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100
Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 447. maddesiyle sözlü yargılama usulü
kaldırılmış, aynı Kanunun 316 vd. maddeleri gereğince iş davaları için basit
yargılama usulü benimsenmiştir. Dolayısıyla sözlü yargılama usulünün
uygulandığı dönemde zamanaşımı def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda
yapılabilecek iken 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlükte olduğu
dönemde 319. madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap
dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile
ileri sürülmelidir. 01.10.2011
tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi
ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Belirtmek gerekir ki 6100 Sayılı HMK'nın sistematiği
içerisinde tahkikat aşamasına geçilmeden önce tarafların uyuşmazlık konularının
ve bu uyuşmazlık konularının çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin
en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılması hedeflenmiştir.
Tüm bu açıklamalar kapsamında uyuşmazlığa dönülecek olursa,
davaya yasal süresi içerisinde cevap vermemiş olan davalının süresinden sonra
vereceği cevap dilekçesi ile zamanaşımı def'inde bulunabilmesi ancak davacının
muvafakat etmesi ile mümkündür. Aksi halde savunmanın genişletilmesi itirazı
ile karşılaşan zamanaşımı def'ine değer verilemez. HUMK'nın 202. maddesi
uyarınca davacının açık ya da zımni muvafakati yeterli iken, 6100 Sayılı
HMK'nın yürürlüğünden sonra tarafların açık muvafakati olmadığı takdirde iddia
ve savunma genişletilemeyeceğinden davacının açık muvafakati olmadığı sürece
zamanaşımı savunması dikkate alınamaz.
Eldeki davada; henüz 1086 Sayılı HUMK'nın yürürlükte olduğu 11.05.2011
tarihinde dava dilekçesi davalı yana tebliğ edilmiş, davalı tarafça yasal
süresi aşıldıktan sonra 24.02.2012 tarihinde cevap dilekçesi sunulmuş olup cevap
dilekçesinde zamanaşımı savunmasında bulunulmamıştır. Davacı vekili tarafından
bilirkişi raporu doğrultusunda 23.11.2012 tarihli dilekçeyle talep konusu
işçilik alacakları miktar itibariyle artırılmak suretiyle ıslah edilmiş, ıslah
dilekçesi davalı yana tebliğ edilmiş, davalı tarafça yasal süre aşıldıktan
sonra 06.09.2013
havale tarihli dilekçeyle bu kez savunma 6100 Sayılı HMK'nın 176. maddesi
uyarınca ıslah edilerek fazla çalışma alacağı yönünden ıslah tarihi olan 23.11.2012
tarihinden itibaren geriye dönük olarak beş yıllık süresinin dolduğu ve bu
sebeple 23.11.2007
tarihi öncesi dönem fazla çalışma ücretlerinin reddi gerektiği belirtilerek
zamanaşımı savunmasında bulunulmuştur. Davalının savunmasını zamanaşımı defi
yönünden ıslah ettiğine dair bu dilekçesi davacı yana 18.09.2013 tarihli
duruşmada elden tebliğ edilmiş olup davacı vekilince ıslah suretiyle zamanaşımı
definin ileri sürülmesinin kabul edilmediği ve muvafakatlerinin bulunmadığı
açıkça belirtilmiştir. Bu nedenle, uyuşmazlığın çözümü için yasal süresinden
sonra cevap dilekçesinin ibrazı ile hiç cevap dilekçesi verilmemiş olması
hallerinde, ıslah yoluyla sonradan zamanaşımı def'inin ileri sürülüp
sürülemeyeceği hususunun tartışılması gerekmektedir.
Bunun için de öncelikle "ıslah" ile ilgili kısa
bir açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
Kavram olarak ıslah taraflardan birinin yapmış olduğu usul
işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (6100 Sayılı HMK. m. 176, mülga
1086 Sayılı HUMK. m.83).
Islah müessesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve
müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir
imkandır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan
herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet
etmeksizin yapabilmektedir (Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B.5,
İstanbul 1992, s.534).
Islah, mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve açık bir irade
beyanı olduğundan, yasal şartları yerine getirildiği takdirde karşı tarafın ya
da mahkemenin kabulüne bağlı olmaksızın yapılabilir. İddia ve savunmayı
değiştirme ya da genişletme sayılmayan hallerde veya karşı tarafın genişletme
ve değiştirmeye rıza gösterdiği hallerde ıslaha başvurmaya gerek olmadığı
açıktır.
Davanın tamamen ıslahı mümkün olduğu gibi kısmen ıslahı da
mümkündür. Ancak, ıslahın yapılması zamanı bakımından Kanunda sınırlandırılmış
ve HMK'nın "ıslahın zamanı ve şekli" başlıklı 177. maddesinin 1.
fıkrasında, tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği
düzenlenmiştir. (Mülga 1086 s. HUMK. m. 84) Yine ıslahın sayısı da
sınırlandırılmış ve HMK'nın 176. maddesinin 2. fıkrasında aynı davada,
tarafların ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilecekleri düzenleme altına
alınmıştır.
Islahın konusu tarafların yaptıkları kendi usul
işlemleridir. Taraflar ıslahla, dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava
konusunu, talep sonucunu değiştirebilirler.
Islahın amacı, yargılama sürecinde şekil ve süreye aykırılık
sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan
hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi
hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi elbette ki mümkün değildir.
Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla
düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde
yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar
(davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyetini de
taşımaktadır ve bu sebeple bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi
imkansızdır. Çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından
kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir.
Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda
edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için ıslahın konusu olamaz.
Az yukarda değinildiği üzere ıslahın konusunu tarafların
yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan taraflardan birinin ıslah yoluna
başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması
gerekir. Gerek mülga 1086 Sayılı HUMK'nın 83. maddesinde, gerekse yargılama
sırasında yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK'nın 176. maddesinde taraflardan her birinin
yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği açık bir
şekilde ifade edilmiştir. Bu sebeple cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle
yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir. Cevap
dilekçesinin hiç verilmemiş olması halinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir
usul işleminin varlığından söz edilemez. Aksi halde, suskun kalınarak hiç cevap
verilmemiş olması halinin bir usul işlemi olarak kabulü gerekir. Bu çerçevede
süresi geçtikten sonra yapılan ve karşı çıkılan savunmanın da hiç yapılmamış
gibi olduğunu ve aynı hukuki sonucu doğuracağını belirtmek gerekir. Usul
işleminin ıslahla düzeltilmesi öncelikle geçerli bir hukuki işlemin varlığını
gerektirdiğinden yapılmamış hükmünde sayılan bir usul işleminin ıslahla düzeltilmesi
de düşünülemez.
Bu aşamada süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin
doğuracağı sonuca da değinmek gerekmektedir.
Bilindiği üzere davalı, davaya cevap vermek zorunda
değildir. Davanın cevapsız bırakılması ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemesi
halinde davalının, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların
tamamını inkar etmiş sayılacağı 6100 Sayılı HMK'nın 128. maddesinde düzenleme
altına alınmıştır. Bu kural, HUMK'nın yürürlükte olduğu dönemde de öğreti ve
yargı kararlar ile kabul edilmiştir. Ancak, süresinde cevap dilekçesi vermemek
suretiyle davanın inkarı ileri sürülen vakıaların inkarı niteliğinde olup, bu
inkarın zamanaşımı def'ini de kapsadığı söylenemez.
Ayrıca, davalının süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini
ıslah ederek zamanaşımı def'inde bulunabileceğini kabul etmek ıslah ile
kaçırılmış olan sürenin geri getirilmesi, daha doğrusu ıslah ile davaya cevap
verilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa ki kanun ile belirlenen süreler kesin
olup, ıslah kaçırılmış olan süreleri geri getiren bir yol değildir.
Hal böyle olunca, davalı vekilinin zamanaşımı savunmasını
içermeyen ve yasal süresi geçtikten sonra verildiğinden hiç verilmemiş kabul
edilen (davayı inkar etmiş sayılan) cevap dilekçesi sunduğu, davacının işçilik
alacaklarını miktar itibarıyla artırmak suretiyle ıslah etmesi üzerine bu ıslah
işlemine karşı da davalı vekilince süresi içinde ibraz edilmeyen ancak cevap
dilekçesinin zamanaşımı defi yönünden HMK'nın 176. maddesi gereği ıslah
edildiğini belirten dilekçe verildiği ancak bu dilekçeye karşı davacı vekilince
açıkça itiraz edildiği görülmüştür. Dolayısıyla yasal süresi geçtikten sonra
verilen ve davacı tarafın itirazı ile karşılaştığı için hiç verilmemiş sayılan
cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle zamanaşımı def'inin ileri sürülemeyeceği
kurul çoğunluğunca kabul edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım
üyeler tarafından, uyuşmazlığın çözümünde süresinde cevap vermiş ve fakat
zamanaşımı def'ini ileri sürmemiş davalı ile süresinde cevap vermeyen davalı
arasında bir ayrım yapılmasının doğru olmadığı, böyle bir ayrımın hukuki
temelinin bulunmadığı, keza süresinde cevap vermeyen davalının kanun gereği
davacının ileri sürdüğü tüm vakıaları inkar etmiş sayılacağı, böyle olunca da
süresinde cevap vermek suretiyle yapılan maddi vakıaların inkarı ile hiç cevap vermemek
suretiyle yapılan inkar arasında bir farkın bulunmadığı, her iki durumda da
aynı hukuki sonucun doğduğu, süresinde cevap verip zamanaşımı def'inde
bulunmayan davalının sonradan ıslah ile zamanaşımı savunmasını ileri
sürebileceği kabul edildiğine göre süresinde cevap vermeyen davalının da ıslah
yoluna başvurarak bu olanaktan yararlanması gerektiği, çünkü ıslahın iddia ve
savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnası olup, davanın
taraflarına ihmal ettiği, yapmadığı ya da yapamadığı işlemleri yapabilme,
tamamlayabilme imkanını tanıdığını, bu sebeple yerel mahkemenin zamanaşımı
def'ini incelemesinin yerinde olduğu ve kararın onanması gerektiği görüşü ileri
sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
O halde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma
kararına uyulmak gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve
yasaya aykırıdır.
Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle
direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı
BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar
düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.06.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY :
Zamanaşımı bir hakkın istenebilirliğini ortadan kaldıran bir
savunma olgusudur. Zamanaşımı def'i ileri sürülmedikçe kendiliğinden nazara
alınamaz. Zamanaşımı savunmasının esasa cevap süresi içinde ileri sürülmesi
gerekir.
İş Mahkemeleri Kanunu'nun 7.maddesinde, İş Mahkemelerinde
sözlü yargılama usulü uygulanacağı belirtilmişken, 6100 s. HMK'nın 447.
maddesiyle sözlü yargılama usulü kaldırılarak 316 vd. maddelerinde iş davaları
için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulü uygulanırken
zamanaşımı def'i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda ileri sürülebilirdi,
6100 s. HMK döneminde artık cevap dilekçesi ile cevap süresi içinde ileri
sürülmelidir. Basit yargılama usulünde cevap süresi dava dilekçesinin
tebliğinden itibaren 2 haftadır. Cevap süresinin uzatılmasına karar verilmesi
halinde de uzatılan cevap süresi içinde ileri sürülebilir. Süresinden sonra
ileri sürülen zamanaşımı def'i savunmanın genişletilmesi, değiştirilmesi
mahiyetindedir. 6100 Sayılı HMK 141.maddesi uyarınca ön inceleme aşamasında
ancak karşı tarafın açık muvafakatı ile savunma genişletilebilir veya
değiştirilebilir. HMK 141/2.maddesine göre ön inceleme aşaması tamamlandıktan
sonra ise karşı tarafın muvafakatı veya ıslah olmadıkça savunma genişletilemez,
değiştirilemez. 6100 Sayılı HMK'nın 177. maddesinde ıslahın tahkikatın sona
ermesine kadar yapılabileceği belirtilmiştir.
Somut olayda davalı vekili cevap dilekçesini süresinden
sonra vermiş, zamanaşımı savunmasında da bulunmamış, davacının ıslah
dilekçesine karşı da süresinde zamanaşımı def'inde bulunmamıştır. Daha sonra
ıslah ile zamanaşımı def'inde bulunmuştur. Davacı vekili buna muvafakatları
olmadığını beyan etmiştir. Cevap dilekçesinde zamanaşımı def'i ileri
sürülmemişse HMK 141. maddesi uyarınca davacının muvafakatı ile zamanaşımı
def'i ileri sürülebilir. Yine 141/2.maddesi uyarınca, cevap dilekçesinin ıslahı
suretiyle de zamanaşımı def'i ileri sürülerek savunma genişletilebilir,
değiştirilebilir. HGK'nun 04.06.2011 gün ve 2010/9-629 E – 2011/70 K sayılı kararı
bu yönde olduğu gibi, HGK'nun 19.02.1998 gün 4-23 E – 16 K sayılı ve
13.02.1963 gün 4-51 E, 19 K. sayılı ilamlarında da ıslah yoluyla zamanaşımı
def'inin ileri sürülebileceği kabul edilmiştir.
Süresi geçtikten sonra cevap dilekçesi verilmesi ve
zamanaşımı def'inde bulunulmaması halinde ıslahla zamanaşımı def'inin ileri
sürülüp sürülemeyeceği hususu, az önce belirtilen HGK kararlarında tartışma
dışı bırakılmıştır.
Cevap dilekçesinin süresinde verilmemesi halinde, zamanaşımı
def'inin sonradan ileri sürülmesi savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi
hali olup ancak davacının açık muvafakatı ile savunma değiştirilebilir
genişletilebilir. 6100 s. HMK'nın 141/2. maddesinde ıslah müessesesi, bir
tarafın savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesine açık muvafakat etmemesi
halinde başvurulan bir usul işlemi olarak, istisna olarak gösterilmiştir. HMK
177. maddesinde tahkikat tamamlanıncaya kadar ıslah yapılabileceği
belirtildiğine göre, süresinden sonra cevap dilekçesi verip zamanaşımı def'i
ileri sürmeyen davalı da ıslah yoluna başvurarak tahkikat bitinceye kadar
zamanaşımı def'inde bulunabilir. Davalının ıslah dilekçesi vermesine engel bir
kanun hükmü yoktur. (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez – Pekcantez Usül – Medeni Usül
Hukuku. 15. Bası cilt: 2, sayfa: 1265, Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri
Usulü Altıncı Baskı sayfa 1856, 1857, 4016, 4038) Islah, bir tarafın ihmal
ettiği, yapmadığı yada yapamadığı işlemleri yapabilmesine imkan veren bir usul
işlemidir. Bu sebeplerle direnme kararının onanması görüşünde olduğumdan
değerli çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.