17 Ekim 2018 Çarşamba

Tanıkların, tarafların ileri sürmediği, uyuşmazlık konusu olmayan bir vakıayı doğrulaması hâkimi bağlamaz

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2017/2-1577

K. 2018/468

T. 14.3.2018

• EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASINA İLİŞKİN BOŞANMA İSTEMİ ( Davalı Erkeğin Cevap Dilekçesinde Eşinin Fiziksel Şiddetine Maruz Kaldığı Savunmasına Dayanmadığı/ Davalı Tarafça İleri Sürülmeyen Bu Vakıanın Mahkemece Kendiliğinden Hükme Esas Alınmasına ve Davacı Kadına Kusur Olarak Yüklenmesine İmkân Bulunmadığı - Gösterilen Delillerden Davalı Erkeğin Eşine Fiziksel Şiddet Uyguladığı Buna Karşılık Davacı Kadının da Eşine Hakaret Ettiği/Eşit Kusur Durumu Bulunduğundan Tazminatın Reddi Gerektiği )

• MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT SİTEMİ ( Davalı Erkeğin Cevap Dilekçesinde Eşinin Fiziksel Şiddetine Maruz Kaldığı Savunmasına Dayanmadığı/ Davalı Tarafça İleri Sürülmeyen Bu Vakıanın Mahkemece Kendiliğinden Hükme Esas Alınmasına ve Davacı Kadına Kusur Olarak Yüklenmesine İmkân Bulunmadığı - Gösterilen Delillerden Davalı Erkeğin Eşine Fiziksel Şiddet Uyguladığı Buna Karşılık Davacı Kadının da Eşine Hakaret Ettiği/Eşit Kusur Durumu Bulunduğundan Tazminatın Reddi Gerektiği )

• TARAFLARIN EŞİT KUSURLU OLMASI ( Tanıkların Tarafların İleri Sürmediği Uyuşmazlık Konusu Olmayan Bir Vakıayı Doğrulamasının Hâkimi Bağlamayacağı/Gösterilen Delillerden Davalı Erkeğin Eşine Fiziksel Şiddet Uyguladığı Buna Karşılık Davacı Kadının da Eşine Hakaret Ettiği - Evlilik Birliğinin Sarsılmasına Neden Olan Olaylarda Tarafların Her İkisi De Kusurlu Olmakla Birlikte Davalı Erkeğin Kusuru Daha Ağır Olduğu/Davacı Kadının Maddi Ve Manevi Tazminat Taleplerinin Reddi Gerektiği )

4721/m.166174

6100/m.119129140

ÖZET : Dava, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı olarak açılan boşanma istemine ilişkindir. Davalı erkeğin cevap dilekçesinde "eşinin fiziksel şiddetine maruz kaldığı" savunmasına dayanmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ön inceleme aşaması tamamlanana kadar usulüne uygun bir şekilde ileri sürülmeyen ve davalı tarafça dayanılmayan bu vakıanın, mahkemece kendiliğinden hükme esas alınmasına ve davacı kadına kusur olarak yüklenmesine imkân bulunmamaktadır. Tanıkların, tarafların ileri sürmediği, uyuşmazlık konusu olmayan bir vakıayı doğrulaması da hâkimi bağlamayacaktır. Ancak, tarafların iddia ve savunmaları kapsamında gösterdiği delillerden davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uyguladığı, ailesinin müdahalesine sessiz kaldığı, buna karşılık davacı kadının da eşine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda tarafların her ikisi de kusurlu olmakla birlikte davalı erkeğin kusuru daha ağırdır. Belirlenen bu kusur durumuna göre de davacı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi gerekir.
DAVA : Taraflar arasındaki "boşanma" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 1. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 06.05.2013 gün ve 2012/822 E., 2013/417 K. sayılı karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 03.12.2013 gün ve 2013/15445 E., 2013/28323 K. sayılı kararı ile:
"...1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- )Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, mahkemece de sabit kabul edildiği üzere; davalı kocanın ailesinin evliliğe müdahalesine sessiz kaldığı ve eşine fiziksel şiddet uyguladığı; mahkemenin belirlediğinden ayrık olarak davacı kadının eşine fiziksel şiddetinin kanıtlanamadığı, ancak davacı kadının eşine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında; boşanmaya sebep olan olaylarda her iki taraf da kusurlu olmakla birlikte, eşine göre davalı kocanın daha fazla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Durum böyleyken; mahkemece tarafların eşit kusurlu olarak belirlenmesi doğru olmadığı gibi; bu hatalı kusur belirlemesi gerekçe gösterilmek suretiyle davacının, maddi ( TMK madde 174/1 ) ve manevi ( TMK madde 174/2 ) tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi de doğru olmamış; bozmayı gerektirmiştir...."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı olarak açılan boşanma ( TMK m. 166/1 ) istemine ilişkindir.
Davacı kadın vekili, tarafların ayrı bir evleri olmasına rağmen davalının ailesi ile birlikte yaşadıklarını, davalı kocanın eşine karşı hakaret ve tehditlerde bulunduğunu, fiziksel şiddet uyguladığını, ailesinin hakaretlerine de sessiz kaldığını, bu olaylar nedeni ile üzülen davacının düşük yaptığını, ortak hayatın müvekkili açısından çekilmez bir hale geldiğini, davalı eşin kusurlu hareketlerinin aynı zamanda davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu ileri sürerek, tarafların boşanmalarına, herhangi bir işi ve geliri bulunmayan müvekkili için 500,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına ve ayrıca 50.000,00 TL maddi tazminat ile 50.000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı erkek vekili, iddiaların doğru olmadığını, tarafların bağımsız bir evlerinin olduğunu, davacı ve ailesinin hakaretlerine maruz kalanın müvekkili olduğunu, taraflar arasında boşanmayı gerektirecek bir durumun bulunmadığını belirterek, haksız davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davalı erkeğin evliliğinin üçüncü gününde babasının eşine yönelik hareketine sessiz ve tepkisiz kaldığı, karısının boğazını sıktığı, kadının ise boğazını sıkan eşini tırmaladığı, sonunda baba evine gezmeye diye giden davacının bir daha müşterek konuta dönmediği, yaşanan bu durum karşısında evlilik birliğinin devamına imkan kalmadığı, yaşanan olaylarda eşlerin kusurlarının birbirlerine eşit seviyede olduğu gerekçesiyle boşanma isteminin kabulüne, davacı kadın yararına tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmedilmiş, davacının maddi ve manevi tazminat istemlerinin ise reddine karar verilmiştir.
Karar, taraf vekillerince temyiz edilmiş, Özel Dairece davalı erkek vekilinin temyiz itirazları reddedilmiş, davacı kadın vekilinin temyizi bakımından ise yukarda başlık bölümünde yer alan gerekçelerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, gerek davalı tanık beyanları gerekse davacı kadın tanığı Gülşah Salih beyanına göre kocanın davacı kadına yumrukla vurduğu, kadının da onu itekleyip yüzünü tırmaladığı, olayların olağan akışına göre kadının sessiz ve tepkisiz kaldığının da kabul edilemeyeceği, tartışmanın çıkmasına sebebiyet veren olaylar da nazara alındığında eşlerin birbirlerine şiddet uyguladığının kabulü gerektiği ve eşit kusurlu oldukları gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme kararı davacı kadın vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: boşanmaya neden olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasındadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, boşanma, bozucu yenilik doğuran bir karar niteliğinde olup, boşanmanın kesinleşmesiyle evlilik birliği sona erer. Ne var ki, boşanmanın eşler bakımından kişisel ve mali olmak üzere bir takım sonuçlarının bulunduğu kuşkusuzdur. Maddi ve manevi tazminat talepleri de boşanmanın eşlerle ilgili mali sonuçlarından biridir.
Öte yandan, boşanmanın dayandığı temel ilkelerden biri "kusur" ilkesidir. Kusur ilkesine göre genel sebeple ( TMK m. 166/1. ) boşanmaya karar verebilmek için eşlerden birinin mutlaka kusurlu olması gerekir. Boşanma davasını açmak hakkı kusursuz ya da az, eşit veya fazla kusurlu eşindir. Boşanma davasını tam kusurlu eş açamaz.
Kusur ilkesi, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun ( TMK ) 174. maddesinde düzenlenen maddi ve manevi tazminat talepleri bakımından da önemli bir role sahiptir.
Nitekim, 4721 Sayılı TMK'nın 174. maddesi;
"Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.
Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir." düzenlemesini içermektedir.
Maddenin anlatımından da anlaşılacağı üzere, maddi tazminat istenebilmesi, tazminat isteyenin kusursuz veya daha az kusurlu olması, tazminat istenenin kusurlu olması yanında bir zarar ile nedensellik bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenmiş olan eş, kusursuz veya az kusurlu ise maddi tazminata hükmedilebilir.
Maddi tazminat yanında manevi tazminat istenebilmesi için de kusura dair bir kısım koşulların varlığı gerekmektedir. Şöyle ki; kusurlu taraftan uygun bir manevi tazminat istenebilmesi için boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın kusursuz ya da daha az kusurlu olması gerektiği açıktır.
Somut olayda eşlerin eşit kusurlu olup olmadığının belirlenebilmesi için dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ( HMK ) ile getirilen yeni düzenlemelerin de incelenmesinde yarar vardır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, davaya konu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların ( olguların ) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir ( HMK m. 187/1 ).
Vakıa ise, kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylardır ( 03.03.2017 gün ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK ).
Sadece taraflarca ileri sürülen ve dayanılan vakıalar, ispatın konusunu oluşturur. Taraflarca getirilen vakıaların hukuki nitelendirmesini yapmak hâkime ait ise de, kural olarak taraflarca ileri sürülmeyen vakıaları hâkim araştıramaz ve bunların ispatını da isteyemez. Usul hukukumuza hakim olan ve HMK'nın 25. maddesinde düzenlenen "taraflarca getirilme ilkesi" uyarınca, kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.
Nitekim bu ilkeye uygun olarak 6100 Sayılı HMK'nın "dava dilekçesinin içeriği" başlıklı 119. maddesinin 1/e bendinde, "Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri" nin gösterilmesi gerektiği düzenlendiği gibi "cevap dilekçesinin içeriği" başlıklı 129. maddisinin 1/d bendinde de, "Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri"nin bulunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Görüleceği üzere, davacı dava dilekçesinde talep sonucunu haklı göstermeye yarayan yani davanın temelini oluşturan maddi vakıaları yazmak zorundadır. Aynı ilke uyarınca davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağını oluşturan vakıaları bizzat sunmak zorundadır. Böylece davacı iddiasını, davalı da savunmasını somutlaştırmış olacaktır.
Uygulamada genel geçer ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçmek amacıyla HMK'da yeni bir düzenleme yapılmış ve 194. maddenin birinci fıkrasında "Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar." hükmüne yer verilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise somutlaştırma yükünün delillerle ilişkisi ortaya konulmuş ve tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmek zorunda oldukları düzenlenmiştir ( HMK m. 119/2 ).
Diğer taraftan, 6100 Sayılı HMK'da iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının başlangıcı, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin verilmesine bağlanmıştır. Bu bakımdan cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri, önceki düzenlemeye göre daha önemli hâle gelmiştir. Bu dilekçeler ile taraflar birbirlerinin iddialarını ele alıp çürütmeye veya iddia ve savunmaların haklı bir temele dayanmadığını açıklamaya çalışırlar. Açıktır ki, davacı cevaba cevap dilekçesi ile iddiasını, davalı da ikinci cevap dilekçesi ile savunmasını dilediği gibi değiştirebilir ve genişletebilir. Ancak yazılı yargılama usulünün ilk aşamasını teşkil eden dilekçeler teatisi safhasının tamamlanması ile taraflar iddia ve savunma sebeplerini diğer bir deyişle davanın temelinin oluşturan maddi vakıaları sınırlamış ve teksif etmiş olur ( Postacıoğlu İ. E/ Altay S.: Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul 2015, s.474 ).
İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının kapsamına iddia ve savunma sebebini oluşturan maddi vakıalar da girdiğinden, bu yasağın yargılamanın hangi aşamasında başladığına dair soruya cevap veren HMK'nın 141. maddesinde yer alan düzenlemeye de değinmek gerekmektedir. Hükme göre, "Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise diğer tarafın açık muvafakati ve ıslah dışında iddia ve savunma genişletilemez yahut değiştirilemez ( HMK m. 141/1 ).
Görüldüğü üzere cevaba cevap dilekçesinin verilmesinden sonraki evrede dava ve cevap dilekçelerinde bildirilen maddi vakıaların hem genişletilmesi hem de değiştirilmesi ilke olarak yasaktır. Bu yasağın kapsamına, dava sebebi olarak vakıalar ve talep sonucu dâhildir. Ancak talepten başka bir şeye hüküm verilen hâller ve kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda davayı genişletme veya değiştirme yasağı uygulanmaz ( Pekcanıtez H.: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. Bası, İstanbul 2017, s.1250; Tanrıver S.:Medeni Usul Hukuku, C.I, Ankara 2016, s.681,682 ). Bu yasağın istisnaları yine HMK'nın 141. maddesinin son fıkrasında açıklanmış ve karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah suretiyle iddia ve savunmanın genişletilip, değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
Dilekçeler teatisinin tamamlanmasından sonra yargılamanın ikinci kesiti olan ön inceleme aşamasına geçilecek, ön inceleme safhasında da öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar incelenecek, uyuşmazlık konuları tam olarak belirlenecek, tarafların delillerinin sunulması ve delillerin toplanması için gereken işlemler yapılacak ve taraflar, üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda sulhe teşvik edilerek, bu hususlar tutanağa geçirilecektir ( HMK m.137/1; 140/1 ). Madde metninde de yer alan "uyuşmazlık konularının tam olarak tespiti" ifadesi, yargılama bakımından büyük bir öneme sahiptir. Çünkü taraflar, yukarda belirtildiği şekilde gerek 119. maddenin birinci fıkrasının e ve f bentleri ile 129. maddenin birinci fıkrasının d ve e bentleri gerekse de 194. madde kapsamında somutlaştırma yüküne uygun olarak iddia ve savunmalarını ileri sürmemişse, hâkimin aydınlatma ödevi çerçevesinde tarafların iddia ve savunmalarını somutlaştırması, delilerle vakıalar arasındaki bağın kurulması, bu noktada soru sorup açık olmayan noktaları aydınlatması gerekir. Bunun ardından hâkim, uyuşmazlık konularını net ve açık şekilde, tam olarak tespit etmelidir. ( Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.1288 )
Sözü edilen Kanunun 140. maddesinin üçüncü fıkrasında ise "Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür" ( HMK m. 140/3 ) denilmektedir. Maddeden anlaşıldığı üzere, ön inceleme aşamasında tutulan tutanak özel bir öneme sahiptir. Zira, uyuşmazlık konuları çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesi olarak kabul edilecek; uyuşmazlık devam edecekse tutanakta yer almayan hususlar tahkikatın konusunu oluşturmayacak, diğer bir ifadeyle hükme esas alınmayacaktır. Tahkikat aşamasında ise tarafların ileri sürdükleri vakıaların doğru olup olmadığı araştırılıp tespit edilerek uyuşmazlık konularının gerçekliği çerçevesinde hüküm oluşturulacaktır ( Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.1232,1233 ).
Yukarıda yapılan açıklamalardan sonra somut olay incelendiğinde: davalı erkeğin cevap dilekçesinde "eşinin fiziksel şiddetine maruz kaldığı" savunmasına dayanmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ön inceleme aşaması tamamlanana kadar usulüne uygun bir şekilde ileri sürülmeyen ve davalı tarafça dayanılmayan bu vakıanın, mahkemece kendiliğinden hükme esas alınmasına ve davacı kadına kusur olarak yüklenmesine imkân bulunmamaktadır. Bu nedenledir ki, tanıkların, tarafların ileri sürmediği, uyuşmazlık konusu olmayan bir vakıayı doğrulaması da hâkimi bağlamayacaktır. Ancak, tarafların iddia ve savunmaları kapsamında gösterdiği delillerden davalı erkeğin eşine fiziksel şiddet uyguladığı, ailesinin müdahalesine sessiz kaldığı, buna karşılık davacı kadının da eşine hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda tarafların her ikisi de kusurlu olmakla birlikte davalı erkeğin kusuru daha ağırdır. Belirlenen bu kusur durumuna göre de davacı kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddi doğru değildir.
O hâlde direnme kararının yukarda açıklanan bu değişik gerekçe ve sebeple bozulmalıdır.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince değişik gerekçe ile BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının davacıya iadesine, aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca tebliğden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.03.2018 gününde oybirliği ile karar verildi.

TAHKİKAT İÇİN AYRI BİR GÜN TAYİNİNE İHTİYAÇ OLMADIĞINA DAİR YHGK KARARI

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

E. 2017/2-2452

K. 2018/1295

T. 4.7.2018

• BOŞANMA TARİHİNDEN SONRA DOĞAN ÇOCUĞUN VELAYETİNİN DÜZENLENMESİ İSTEMİ ( Tensip Zaptına "Ön İnceleme Duruşmasının İcra Edileceği" Hususunun Yazıldığı ve Davalıya Tebliğ Edildiği - Duruşma Zaptında "Ön İnceleme Duruşması" İbaresinin Yer Almasının Zorunlu Olmadığı/Ön İnceleme Duruşmasının Usulüne Uygun Yapılıp Yapılmadığı )

• TAHKİKAT DURUŞMASI İÇİN GÜN TAYİNİ İLE DAVALIYA TEBLİGAT YAPILMASI ZORUNLULUĞUNUN OLUP OLMADIĞI ( Ön İnceleme Duruşmasında Davacının Beyanı Tespit Edilip Hazır Olan Tanığı da Dinlenerek Fiilen Tahkikat Aşamasına Geçildiği ve Nihai Hüküm Kurulduğu - Davalı Cevap Vermediğine Delil Bildirmediğine ve Mazeretsiz Olarak da Ön İnceleme Duruşmasına Katılmadığına Göre Mahkemece Yapılan İş ve İşlemlerde Usule Aykırı Bir Yön Bulunmadığı/Velayet )

• ÖN İNCELEME DURUŞMASININ USULÜNE UYGUN YAPILIP YAPILMADIĞI ( Tensip Zaptına "Ön İnceleme Duruşmasının İcra Edileceği" Hususunun Yazıldığı ve Davalıya Tebliğ Edildiği - Duruşma Zaptında "Ön İnceleme Duruşması" İbaresinin Yer Almasının Zorunlu Olmadığı/Boşanma Tarihinden Sonra Doğan Çocuğun Velayetinin Düzenlenmesi İstemi )

6100/m.140,147,317,320,321

ÖZET : Dava; boşanma tarihinden sonra doğan çocuğun velayetinin düzenlenmesi istemine ilişkindir. Mahkemece tensip zaptı düzenlendiği, tensip zaptında; davanın basit yargılama usulüne tabi olduğu, dava dilekçesi ve eklerinin davalıya HMK'nın 317. maddesi gereğince tebliği, yine bu tutanağın duruşma günü ile birlikte taraflara tebliği ve 01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının yapılacağı hususlarının yer aldığı ancak davalının davaya cevap vermediği, delil bildirmediği ve ön inceleme duruşmasına da mazeretsiz olarak katılmadığı anlaşılmıştır. Öncelikle, tensip zaptına; "ön inceleme duruşmasının icra edileceği" hususunun yazılması ve sözü edilen tutanağın davalıya tebliğ edilmesi karşısında duruşma zaptında "ön inceleme duruşması" ibaresinin yer almasının zorunlu olmadığı vurgulanmalıdır. Diğer taraftan ön inceleme duruşmasında mahkemece davacının beyanı tespit edilip, hazır olan tanığı da dinlenerek fiilen tahkikat aşamasına geçilmiş ve nihai hüküm kurulmuştur. Davalı cevap vermediğine, delil bildirmediğine ve mazeretsiz olarak da ön inceleme duruşmasına katılmadığına göre mahkemece yapılan iş ve işlemlerde usule aykırı bir yön bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
DAVA : Taraflar arasındaki “velayetin düzenlenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 10. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 01.06.2015 gün ve 2015/585 E., 2015/840 K. sayılı kararı davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 23.12.2015 gün ve 2015/20319 E., 2015/25061 K. sayılı kararı ile:
"...Dava velayetin düzenlenmesine dair olup, 06.04.2015 tarihinde ikame edilmiştir. Mahkemece ön incelemenin duruşmalı yapılmasına karar verilmiş, taraflara ön inceleme duruşmasına çağrı davetiyesi tebliğ edilmiş, davalı taraf 01.06.2015 tarihli ön inceleme duruşmasına gelmemiştir. Mahkemece, yapılan duruşmanın ön inceleme duruşması olduğu belirtilmeden, davacı ve duruşmada hazır ettiği tanığı dinlenerek aynı celse karar verilmiştir.
Ön inceleme duruşmasının 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 140 maddesinde gösterilen usule uygun şekilde yapılmaması ve yine davalı bu duruşmaya katılmadığına göre tahkikat duruşması için gün tayin edilerek aynı Kanun'un 147. maddesinde gösterilen şekilde davalıya davetiye gönderilip yargılamaya devam edilmesi gerekirken bu usulü işlemler yapılmadan eksik incelemeyle davanın esası hakkında hüküm kurulması davalının hukuki dinlenilme hakkına ( HMK. m. 27 ) aykırı olup hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, boşanma tarihinden sonra doğan çocuğun velayetinin düzenlenmesi istemine ilişkindir.
Davacı ( anne ), davalı ile boşandıklarını, boşanma kararının verilmesinden sonra dünyaya gelen Ceren'in hâlen yanında kaldığını, davalının bir yardımı olmadığını ileri sürerek küçüğün velayetinin kendisine verilmesini ve Ceren için her ay 700,00 TL nafakaya hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, boşanma tarihinden sonra dünyaya gelen ve hâlen anne yanında kalan müşterek çocuğun velayeti anneye verilerek küçük yararına tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmiştir.
Davalı ( baba ) vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarda başlık kısmında yer alan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, velayet ve nafakaya dair davaların basit yargılama usulüne tabi olduğu, basit usule tabi davalarda usul ekonomisi açısından yargılamanın 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 320.maddesinin üçüncü fıkrası gereğince tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılması hâlinde tamamlanmış olacağı, HMK'nın 321/1 maddesi gereğince tahkikatın tamamlanmasından sonra yargılamanın sona erdiğinin bildirilerek kararın tefhim edilmesi gerektiği, 147. maddenin yazılı usule tabi davalarda uygulanması gerektiği, tensip zaptında 01.06.2015 tarihli duruşmanın ön inceleme duruşması olduğunun belirtildiği, tanığın dinlenmesi suretiyle fiilen tahkikata geçilmiş olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı ( baba ) vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; velayetin düzenlemesine dair davada, ön inceleme duruşmasının usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve tahkikat duruşması için gün tayini ile davalıya tebligat yapılması zorunluluğunun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
HMK'nın 382/2-b-13. ve 316/1-ç maddelerine göre velayetle ilgili davalar bir "çekişmesiz yargı" işidir. Çekişmesiz yargı işlerinde kural olarak "basit yargılama usulü" uygulanır ( HMK m.385/1. )
Hemen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için basit yargılama usulünün özellikleri üzerinde durulmasında yarar vardır.
6100 Sayılı HMK'da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı ( m. 118-186 ) ve basit ( m.316-322 ) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.
6100 Sayılı HMK'nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316'ncı maddesinin ( g ) bendi düzenlemesi uyarınca; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” basit yargılama usulüne tabidir.
Basit yargılama usulü, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür.
Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçeyle olur ( m.317/1 ). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir ( m.317/4 ). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir.
Basit yargılama usulünde cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir ( m.317/2 ).
6100 Sayılı HMK'nın 317. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap ( replik ) ve ikinci cevap ( düplik ) dilekçesi verilmez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar ( m.319 ).
6100 Sayılı HMK'nın basit yargılama usulünde “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320. maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.”
Anılan madde gerekçesinde de söz edildiği üzere basit yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse ( örneğin, geçici hukuki korumalarda ), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir.
Buna göre; HMK'nın 320. maddesinin açık düzenlemesi karşısında mahkeme, basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde, dava şartları yoksa davayı usulden reddedebilir; ilk itirazlar hakkında ya da dilekçelere eklenen deliller yeterli görülürse davanın esası hakkında karar da verebilir. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri delillerin toplanması ile mahkemece tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri incelenmiş olacaktır. Bu sebeple ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden, mevcut deliller ile dava şartları ve ilk itirazlardan başka, davanın esası hakkında da karar verilmesi mümkündür. Bu şekilde dosya üzerinden karar verildiğinde, taraflara dava ve cevap dilekçesinin tebliği ile bu dilekçelerinde bildirdikleri deliller toplanmış olacağından, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir.
Yukarıda açıklandığı üzere, dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da, mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hâkim, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür ( m.320/2 ).
Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır ( m.320/3-c.l ).
Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir; bunun için ayrıca süre verilmez. Hâkim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder ( m. 321/1 ).
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2014 gün ve 2013/10-777 E., K:2014/396; Hukuk Genel Kurulunun 26.06.2013 gün ve 2013/18-18 E., K:2013/891; Hukuk Genel Kurulunun 30.04.2014 gün ve 2013/21-1655 E., K:2014/558 Sayılı ilamlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, somut uyuşmazlığın incelenmesinde; mahkemece tensip zaptı düzenlendiği, tensip zaptında; davanın basit yargılama usulüne tabi olduğu, dava dilekçesi ve eklerinin davalıya HMK'nın 317. maddesi gereğince tebliği, yine bu tutanağın duruşma günü ile birlikte taraflara tebliği ve 01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının yapılacağı hususlarının yer aldığı ancak davalının davaya cevap vermediği, delil bildirmediği ve ön inceleme duruşmasına da mazeretsiz olarak katılmadığı anlaşılmıştır.
Öncelikle, tensip zaptına; "01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının icra edileceği" hususunun yazılması ve sözü edilen tutanağın davalıya tebliğ edilmesi karşısında duruşma zaptında "ön inceleme duruşması" ibaresinin yer almasının zorunlu olmadığı vurgulanmalıdır.
Diğer taraftan ön inceleme duruşmasında mahkemece davacının beyanı tespit edilip, hazır olan tanığı da dinlenerek fiilen tahkikat aşamasına geçilmiş ve nihai hüküm kurulmuştur. Yukarıda değinildiği üzere davalı cevap vermediğine, delil bildirmediğine ve mazeretsiz olarak da ön inceleme duruşmasına katılmadığına göre mahkemece yapılan iş ve işlemlerde usule aykırı bir yön bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ön inceleme duruşmasının HMK'da belirtilen usule uygun yapılmadığı, sözü edilen Kanun'un 320. maddesi gereğince davalının tahkikat duruşmasına çağrılması gerektiği, aksi hâlde hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmiş sayılacağı, Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Bu itibarla, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre mahkemece verilen direnme kararı yerindedir
Ne var ki, davanın esasına dair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere dair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire'ye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle direnme kararı yerinde olup davanın esasına dair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440'ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.07.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.