Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 2015/5928 E.
, 2015/20734 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve
manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar
vermiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine
temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından
düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve
aşağıdaki karar tespit edildi.
K A R A R
Dosyadaki yazılara toplanan delillere, hükmün dayandığı
gerektirici nedenlere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair
temyiz itirazlarının reddine karar vermek icap etmiştir.
Dava 20.06.2006 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle
bedensel zarara uğrayan sigortalı işçi tarafından açılmış maddi ve manevi
tazminat davasıdır.
Mahkemece maddi ve manevi tazminat davasının reddine karar
verilmiştir. Anılan karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
MADDİ TAZMİNAT DAVASI YÖNÜNDEN İNCELEME;
Yerel mahkemece, olayın 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde
meydana gelmesi nedeniyle öncelikle eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 46.
maddesi lafzının somut olayda önem taşıması gerektiği, Yasa metnine göre
cismani zararın maddi tazminat için tek başına yeterli olmadığı, maddedeki
"... külliyen veya kısmen çalışmaya muktedir olamama...." unsurunu,
dava dilekçesinde de vurgulanan "maluliyet" olarak anlamak gerektiği,
bu konuda Adli Tıp Genel Kurulunun raporunda, 20.06.2006 tarihli iş kazası sonucu
meydana gelen arazın fonksiyonel araz bırakmadan iyileştiği, bu nedenle
maluliyet tayinine mahal bulunmadığının tespit edildiği, bu itibarla anılan
Kanun maddesinde belirtilen maddi tazminat şartlarının Adli Tıp Genel Kurulu
Mütalaasında da vurgulandığı üzere tahakkuk etmediği gerekçesiyle maddi
tazminat davasının reddine karar verilmiştir.
Davacı 20.06.2006 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucunda
bedensel zarara uğramıştır.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "bedensel zarar
başlıklı" 54. maddesine göre; "Bedensel zararlar özellikle şunlardır;
1-Tedavi giderleri,
2-Kazanç kaybı,
3-Çalışma gücünün azalmasından yada yitirilmesinden doğan
kayıplar,
4-Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar."
Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 Sayılı Borçlar
Kanunu'nun 46. maddesine göre; " Cismani bir zarara düçar olan kimse
külliyen veya kısmen çalışmaya muktedir olamamasından ve ileride iktisaden
maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün
masraflarını isteyebilir."
5510 Sayılı Kanununun 18. maddesine göre; "Kurumca
yetkilendirilen hekim veya sağlık kurullarından istirahat raporu alınmış olması
şartıyla,
a)İş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle iş göremezliğe
uğrayan sigortalıya hergün için ... geçici iş göremezlik ödeneği verilir."
Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğininin 38. maddesinde de;
"Geçici iş göremezlik, sigortalının iş kazası, meslek hastalığı, hastalık
ve analık hallerinde kurumca yetkilendirilen hekim veya sağlık raporlarında
belirtilen istirahat süresince geçici olarak çalışamama halidir.
Geçici iş göremezlik ödeneği iş kazası, meslek hastalığı,
hastalık ve analık hallerinde Kanunda belirtilen geçici iş göremezlik
sürelerinde verilen ödenektir." hükmü düzenlenmiştir.
Geçici iş göremezlik
zarar kavramı öğretide ve yargısal kararlarda da tartışılmıştır.
"Çalışmak gücünün geçici olarak kaybından doğan zarar,
iş kazası veya meslek hastalığı sonucu işinde geçici olarak çalışamayan
sigortalının iyileşinceye kadar çalışamamasından doğan kazanç kaybıdır. Geçici
iş göremezlikten doğan kazanç kaybı, fiilen yoksul kalınan kâr niteliğindedir.
Geçici iş göremezlik
durumunda işçinin zararı değişik şekillerde olabilir. Geçici iş göremezliğe
uğrayan işçi, tedavi sonucu iyileşerek eski işine dönmüş ise, işverenden
isteyebileceği maddi tazminat çalışırken aldığı ücretle, Sosyal Güvenlik
Kurumunca 5510 sayılı Yasanın 18. maddesine göre ödenen geçici iş göremezlik
ödeneği arasındaki farktır. Çünkü SGK yatarak tedavilerde 17. maddeye göre
hesaplanacak günlük kazancının yarısı, ayakta tedavilerde ise üçte ikisi
tutarında geçici iş göremezlik ödeneği işçiye ödediğinden bu tutar zarar
kapsamı dışındadır. Bu zarar sigortalının raporlu olduğu dönemde %100 iş gücü
kaybına uğradığı kabul edilerek, bu dönemde işverenden alması gereken
ücretlerin belirlenip bu tutardan davalı işverenin kusuruna isabet eden tutar
bulunup bundan SGK'ca ödenen geçici işgöremezlik ödeneği indirildikten sonra
bulunan değerdir.
İş kazası veya meslek hastalığı sonucu geçici işgöremezliğe
uğrayan işçi, kısmende olsa mesleğini sürdürebiliyorsa zararı, tam ve sürekli
olarak çalışması halinde elde edeceği ücret tutarı ile kısmi işgöremez
durumunda çalışarak elde edeceği ücret arasındaki farktır."(Ali Güneren-
İş Kazası veya Meslek Hastalığından Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat
Davaları- Ankara 2011 - Sayfa 629)
"Sigortalı iş kazası nedeniye sürekli iş göremezlik
durumuna düşmemiş, iş göremezlik oranı %0 olarak belirlenmişse, sürekli beden
gücü kaybından söz edilemez. Bu durumda sigortalı sağlık raporu ile belirlenen
çalışamadığı süre için SGK tarfından ödenen geçici iş göremezlik ödeneği,
çalışması halinde alacağı ücreti karşılamıyorsa, bu zararının tazminini
isteyebilir. Sigortalı, raporlu olduğu bu dönemde hiç çalışamaz durumda
olduğundan %100 iş göremez gibi değerlendirilmeli, alması gereken ücretlerden davalıların (sorumluluk) kusur oranına
isabet eden tutardan SGK'nin ödediği geçici iş göremezlik ödeneği düşülerek
tazminat tutarı belirlenmelidir. Mahkemenin açılan maddi tazminat davasında
geçici iş göremezlik ödeneğinin ödenip ödenmediğini res'en araştırması gerekir.
Hatta, geçici iş göremezlik ödeneğinin ödenmesi için sigortalının belli bir
sürede prim ödemesi gerekmediğinden ve sigortalının geçici iş göremez durumunda
bulunduğu süre sağlık kurulu raporları ile belli ise sigortalı bu ödeneği
Kurumdan daha sonra talep edebilir." (... - İş Kazası veya Meslek
Hastalığından Doğan Maddi ve Manevi Tazminat Davaları Uygulaması - Ankara 2011
- Sayfa 184)
"Kazalanan sigortalıya, çalışamaması nedeniyle bağlanan
ilk işgöremezlik ödeneği geçici işgöremezlik ödeneğidir. Geçici işgöremezlik,
hizmet akdi ile taahhüt edilen işin bedensel, ruhsal ya da zihinsel bir
anormallik nedeniyle geçici süre yapılamaması, bunun ilgili şahıstan
beklenmemesi olarak tanımlanır. Burada kazalı sigortalının uğradığı zarar
geçici nitelik taşır ve tedavisinin ardından işçinin işine dönebilmesine izin
verir. O nedenle bu durumda bulunan işçiye bağlanacak ödenekte geçici olur.
İş kazasına uğrayan sigortalının geçici işgöremezlik ödeneği
alabilmeleri için herhangi bir prim şartı aranmaz. Ancak, sigortalının işgöremezlik durumu doktor raporuyla
belirlenmelidir.
Geçici işgöremezlik
ödeneği iş göremezliğin ilk gününde başlayıp, tedavi ve dinlenme süresince
devam eder.
Kanun, geçici işgöremezlik ödeneğini işçinin
iyileşebileceğini öngörerek getirmiştir. Miktarının esas kazançtan düşük
olması, işçiyi çalışmaya teşvik etmek istemesinden ileri gelir. O nedenle,
kazalı sigortalının iyileşmesinin tedaviyi kabul etmeme ya da doktor
tavsiyelerine uymama nedenleriyle uzaması hallerinde, ödenek tümüyle ya da
kısmen kesilir. (SSK 17/11) Aynı amaçla kasti veya bağışlanamaz kusur ile iş
göremez duruma düşen sigortalılara, söz konusu ödenekler ya hiç bağlanmaz ya da
yarısına kadar indirilir. (SSK 110, 111/1) Ancak anılan uygulamalar olayın iş
kazası sayılmasına engel olmaz." (Levent Akın-İş Kazasından Doğan Maddi
Tazminat-Ankara 2001-Sayfa 188 vd.)
"Haksız fiillerde geçici iş göremezliğe uğrayan kişi,
iş göremezlik karşılığını alır.
Kişinin iş göremez
oranına uğraması gerekmez. İşine gidememesi ve tedavi görmesi yeterlidir. Bu
olgu manevi tazminat için de geçerlidir.
Haksız fiillerde, özellikle iş göremezlikte ceza
mahkemesinde belirtilen süreler farklı özellikler taşır. Çünkü iş göremezlikte
esas mesleğini yapıp yapmama yetisidir.
Cismani zarara uğrayan sigortalı işçi ise iş göremez duruma
gelmesi ve işçinin bu halinin sürekli olmayıp geçici olması halinde geçici iş
göremezlikten söz edilir. Yasal dayanağı 506 sayılı Kanun madde 16., 5510
sayılı Kanun madde 16., 17., 18."dir.
Hükmün ayırıcı özelliği yapılan bu yardımın parasal ve
geçici oluşudur. Edim ilkesine bağlı olmayıp gereksinme ilkesine dayanır.
Dolayısıyla da burada önemli olan sigortalının/zarar görenin iyileşmesi değil,
iş görebilir duruma gelmesidir.(Çenberci, Mustafa, Sosyal Sigortalar Kanunu
Şerhi S.137)
Diğer bir özelliği prim ödeme ve belirli süre çalışma
zorunluluğu aranmamasıyla da hastalık ve analık sigortasından ayrılır.
(Güzel/Okur, S.202, SK. m. 37 ve 49)
Doğal olarak bu durum sağlık kurulu raporuyla da
doğrulanmalıdır. Geçici iş göremezlik ödeneği ilk günden başlar ve
sigorta primi ile gelir vergisine tabi tutulmaz. (Tuncay, A.Can, Sosyal
Güvenlik Hukuku Dersleri, S,173)
5510 sayılı Kanun döneminde geçici iş göremezlik ödeneği 16.
madde gereğince öncelikli bir hak olarak tanınmıştır. Aynı Kanunun 18.
maddesine göre de koşulları düzenlenmiştir.
Fransız Hukukunda yakın zaman kadar mağdur tarafından maruz
kalınan geçici iş göremezlikten doğan zarar kaybedilen kazanç ile bu iş
göremezliğin sebep olduğu masrafların toplamı olarak takdir ediliyordu. Fakat
Fransız Yargıtayınca mağdurun hissettiği geçici iş göremezlik süresince
fizyolojik sıkıntılar ve fizik bütünlüğüne gelen zararın aynı şekilde dikkate
alınması gerektiği ifade edilmiştir." (Le Roy/Joet, S.27)" (Mustafa
Kılıçoğlu-Tazminat Hukuku-Ankara 2014-Sayfa 174 vd.)
"6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 55. Maddesinin 1.
fıkrası 2. cümlesine göre "...ifa amacını taşımayan ödemeler... zarar ve
tazminattan indirilemez." Bu hüküm uyarınca, işverenin, ifa amacını
taşımayan ödemelerinin tazminattan indirilmesi mümkün değildir. Zarar veren
işveren vs. tarafından ödeme kastı dışında kalan saiklerde yapılan ödemeler
(yardımlar ve benzerleri) denkleştirilemeyecektir. Zarar görenin mal varlığına
bu şekilde katılan ödemelere, tazminat hakkını veya destek ilişkisi çökerten
bir etki tanınması sorumluluk hukukunun önleyici karekteri ile bağdaşmaz.
Ancak, işveren, işçisine olay nedeniyle ve ifa amacıyla
makbuzla veya banka dekontu vs. ile bir ödemede bulunmuşsa, verilen tutarın
hüküm tarihine en yakın tarihteki etkenler göz önünde tutularak güncelleştirme
ve uyarlama sonucu gerçek değeri saptanmalı ve güncelleştirilen makbuz bedeli
zarardan indirilmelidir.
İşverenin iş kazası veya meslek hastalığı ile ilgili olmayan,
işçisine veya mirasçılarına işçilik alacakları (ücret, kıdem tazminatı vs.)
karşılığı yaptığı ödemeler tazminattan indirilemez. Çünkü işçilik alacakları
parasal bir hak olup sözleşmeye aykırılık nedeniyle zarar veren işverenin bu
paradan yararlandırılması söz konusu olamaz." (Ali Güneren,İş Kazası veya
Meslek Hastalığından Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davaları- Ankara
2011- sayfa 846)
"İş kazası ya da meslek hastalığı nedeniyle geçici iş
göremezlik, 506 sayılı Yasanın 16. ve 89. maddelerinde düzenlenmiştir. Buna
göre, iş kazası ya da meslek hastalığı sonucu iş göremez duruma düşen
sigortalıya sağlık yardımları dışında iş kazasının olduğu ya da meslek
hastalığı nedeniyle tedavisinin başladığı tarihten, tedavisinin bitimine kadar
geçici iş göremez duruma düştüğü her gün için 506 sayılı Yasanın 89.
maddesindeki yöntemle yatarak tedavi gördüğü her gün için yarısı ya da ayakta
tedavi görmesine göre günlük ücretin 2/3'ü oranında bir ödenek verilir. Sigortalının iş göremezlik durumunun
ödeneğin belirlenmesinde etkisi yoktur.
Geçici iş göremezlik devresinde sigortalının çalışamadığı
dönemde yoksun kaldığı gelirde iş kazası sonucu oluşan maddi zarar
kapsamındadır. Raporlu olunan dönemde çalışamayan sigortalının bu dönemde
yoksun kaldığı ücreti kadar bir zararın oluşacağı ve bu zararın da maddi zarar
içerisinde kabul edilmesi gerekeceği açıktır.
Yapılacak iş; sigortalının raporlu olduğu dönemde, %100
işgücü kaybına uğradığı kabul edilerek bilirkişi aracılığıyla alması gereken
ücret hesaplanıp bulunan miktardan davalı işverenin kusuruna isabet eden miktar
bulunarak, bundan SGK'ca ödenen geçici iş göremezlik ödeneği tenzil edildikten
sonra davacının karşılanmayan zararı belirlenerek çıkacak sonuca göre bir karar
vermektir." (Yargıtay 21. H.D. 11.10.2010 , 2009/9320-2010/9667, 21.HD. 21/05/2007 ,
2007/7596-8369, 21. H.D. 06/04/2006 , 2005/979E, 2006/3609K), 21 H.D. 16/09/2008 ,
10354-13574, 21 H.D. 13/03/2008 , 2007/16074-4126)
"...'da bir Türk şirketi işyerinde iş kazasına uğrayan
davacıya....Devletince insani düşüncelerle atıfet olarak yapılan yardım,
davacının tazminatından indirilmez. Bunun gibi davacının eş ve çocuğuna bu
Devlet tarafından yardım niteliğinde yapılan ödemelerde davacıların
tazminatından indirilemez"(Yargıtay 21. H.D. 15/10/2002 , 6279-8571)
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olaya gelince;
20.06.2006
tarihinde, 23.00-07.00 vardiyasında, saat 03.30 sularında....Kasabası, .... adresinde bulunan... İşletmesinde,
243 nolu ayakta kazı ustası davacının, yedeği Necati Aydından oluşan ekiple
aldıkları tertip doğrultusunda kömür kazısı ve tahkimat yapmaya çalışırken olay
saatinde davacının, arın dibinde direk dibi açmaya çalıştığı sırada arının
aniden komple üzerine gelmesi sonucu kömürün altında kalarak kaza geçirdiği ve
sol dizinden yaralandığı anlaşılmıştır.
Kurum tahkikat raporunda olay 506 sayılı Kanunun 11.madesi
gereğince iş kazası olarak kabul etmiştir.
Adli Tıp Genel Kurulu 19.06.2004 tarihli raporunda;
davacının 20.06.2006
tarihinde maruz kaldığı iş kazası neticesinde meydana geldiği bildirilen
arızasının 85/9529 karar sayılı Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü
Hükümleri muvacehesinde fonksiyonel araz bırakmadan iyileşmiş olduğundan
sürekli maluliyet tayinine mahal olmadığına, iyileşme süresinin 20.06.2006
tarihinden itibaren 4 (dört) aya kadar uzayabileceğine karar vermiştir.
Bu durumda olayın iş kazası olduğu ihtilafsız olup,
aldırılan kusur raporunda belirtildiği gibi kazanın meydana gelmesinde davalı
idarenin %70 (yüzde yetmiş), davacı işçinin ise %30 (yüzde otuz) oranında
kusurlu oluduğu anlaşılmıştır.
818 Sayılı Borçlar Kanununun 46/1 ve 6098 Sayılı Türk
Borçlar Kanununun 54. maddesine göre bedensel zarar uğrayan kişi tamamen veya
kısmen çalışamamasından kaynaklanan zararını isteyebilir. Sigortalının bedensel
zarar sonucu iş gücü kaybı geçici veya sürekli olabilir.
Geçici iş göremezlik nedeniyle sigortalının uğradığı gerçek
zarar; iş kazası veya meslek hastalığı sonucu işinde geçici olarak çalışamayan
sigortalının iyileşinceye kadar çalışamamasından doğan kazanç kaybıdır.
Bu zarar sigortalının raporlu olduğu dönemde %100 iş gücü
kaybına uğradığı kabul edilerek, bu dönemde işverenden alması gereken ücret
tutarı belirlenip, bu tutardan davalı işverenin kusuruna isabet eden tutar
bulunup bundan Kurumun ödediği geçici iş göremezlik ödeneğinin indirilmesiyle
bulunan miktardır.
Bu nedenlerle maddi tazminat yönünden mahkemece yapılacak
iş; davacının raporlu olduğu dönemde %100 oranında malul kaldığı
değerlendirilerek, bu dönemde çalışamaması nedeniyle yoksun kaldığı ücreti
kadar bir zararının olduğu kabul edilerek maddi zararını bilirkişiye
hesaplattırmak, hesaplanan bu zarardan kurumca sigortalıya istirahatli kaldığı
dönemde ödenen geçici iş göremezlik ödemesi var ise bunun rücuya tabi kısmını
düşmek ve tüm delilleri bir arada değerlendirip sonuca göre karar vermekten
ibaret olup, yerinde olmayan gerekçelerle maddi tazminat isteminin reddine
karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan bozulması gerekmiştir.
MANEVİ TAZMİNAT DAVASI YÖNÜNDEN İNCELEME ;
Davacı iş kazası sonucu uğradığı bedensel zarar için ayrıca
manevi tazminat talep etmiştir.
Mahkemece; 818 Sayılı Borçlar Kanununun manevi tazminatı
tanzim eden 47. maddesi "hakim hususi halleri nazara alarak cismani zarara
uçar olan kimseye ..." demek suretiyle evvelki maddi tazminat şartlarını
tanzim eden maddeye atıf yaptığı, dolayısıyla cismani zarar bakımından aynı
şartların yani "...külliyen veya kısmen çalışmaya muktedir olamamasından
...." şartının manevi tazminat talebi bakımından da aranması gerektiği
davacının kaza sonucu ortaya çıkan ve belli bir sürede iyileşen arazının
kendisine ödenen ücret ve diğer sağlık yardımlarıyla karşılandığını kabul etmek
gerektiği, nitekim MECELLE 86. madde de ücret ve zaman (taziminat) bir arada
olmaz denilmek suretiyle iş sözleşmesine bağlı olarak yapılan hizmet esnasında
meydana gelen ve fahiş olmayan zararın ücret kapsamında mütalaa edilebileceği
gerekçesiyle şartları gerçekleşmeyen manevi tazminat talebinin reddine karar
vermiştir.
Mahkeme önüne gelen bir uyuşmazlıkta; öncelikle yürürlükte
bulunan kanunlara ve mevzuata, Anayasaya, uluslararası sözleşmelere, zaman
yönünden yürürlük hukuku kurallarına ve evrensel hukuk ilkelerine göre
davranmak zorundadır. Kuşkusuz mahkemeler hukuki yönden tartışmalı bir konuda
mukayeseli hukuka, öğretiye atıf yaparak uyuşmazlığı değerlendirmeleri mümkündür.
Ancak bu konuda gerek 818 Sayılı Borçlar Kanununda gerekse de TBK'da açık hüküm
varken ve bu konu yargısal içtihatlarda da istikrar kazanmış iken, yürürlükteki
TÜRKİYE CUMHURİYETİ KANUNLARININ uygulanacağı yerde gerek 818 Sayılı Borçlar
Kanununun 47. maddesi yanlış yorumlanarak, gerekse de uygulamayla ilgisi
olmayan MECELLE'NİN 86. maddesine atıf yapmak suretiyle davanın reddi yanlış
olmuştur.
Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 Sayılı Borçlar
Kanununun 47. maddesinde manevi tazminat düzenlenmiştir. Bu maddeye göre
"Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara duçar olan kimseye
yahut adam öldüğü takdirde ölenin ailesine manevi zarar namıyla adalete muvafık
tazminat verilmesine karar verebilir."
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun bu maddeye koşut olarak
düzenlenen 56. maddesinde "Hakim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün
zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene
uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar
verebilir".
Mahkemenin dayanak ve atıf yaptığı Mecelle, yeni resmi ve
tam adıyla"Mecelle-i Ahkam-ı Adliye (Adli Hükümler Topluluğu) Bir "Mukaddime"
(Başlangıç) ve Satım, Kira, Kefalet, Havale, Rehin ve Vedia, Emanet, Hibe, Gasp
ve İtlaf, Hacr ve İkrah ve Şufa, Şirket, Vekalet, Sulh ve İbra, İkrar, Dava,
Beyyinat ve Yemin, Yargılama olmak üzere ayrı ayrı düzenlenip yürürlüğe konmuş
olan onaltı kitaptan oluşmuştur; toplam 1851 maddedir. Her kitabı hazırlayan
heyetin üyeleri ile, "yazarları demek belki daha doğru - Padişah onayı (İrade-i
Seniye) tarihleri Kanuna ekli Ek-1 de sunulmuştur. .... Prof. Ebul'ula
Mardin'in belirttiği gibi "Giriş" bölümündeki Arapça'dan (İbn Nüceym)
çeviri 99 ilke hariç, tamamı ülkemiz hukukçularının özgün bir çalışmasıdır.
Günümüzün Medeni Kanununun bir bölümü ile Borçlar Kanunu ve Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununa karşılık gelmektedir. İlk kitabı 20 Nisan 18 69, son kitabı
(16. Kitap) 16
Eylül 18 76 tarihinde kanunlaşmıştır.... Medeni Yasası ( BGB) ve
Medeni Kanununumuz ile Borçlar Kanununumuzun kaynağı İsviçre Medeni ve Borçlar
Yasaları (1907- 1911) daha sonradır. Lozan Barış Anlaşması hükmü gereği Yeni
Medeni Kanun ile Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesi üzerine 864 Sayılı
Tatbikat Kanununun 43. Maddesi ile 4. Ekim 19 26 tarihinde yürürlükten
kaldırılmıştır." (... - Günümüz Türkçesi İle Mecelle - Mecelle-i Ahkam-ı
Adliye-Ankara 2014 Sayfa 18)
Mahkemenin dayanak ve atıf yaptığı Mecellenin 86. maddesi
şöyledir; Ücret ile tazminat bağdaşmaz ( ücret ile zaman müctemi olmaz)
Somut olayda Borçlar Kanununun 47. maddesinin açık hükmü
karşısında mahkemenin davayı red gerekçesi yerinde değildir. Hukuki tartışmayı
birde geçiş (intikal) dönemi hukuku yani zaman yönünden yürürlük hukuku
yönünden incelemek gerekmektedir.
818 Sayılı Borçlar Kanununun 544. maddesine göre
"Kanunu Medeninin mütemmimi olan iş bu Kanun merbut tashihler ile beraber
kabul edilmiştir." Yani 818 Sayılı Borçlar Kanunu, 743 Sayılı Türk Kanunun
Medenisinin mütemmimidir. Yani tamamlayan Kanundur.
Türk Medeni Kanunu 1926 yılında yürürlüğe girmiştir.
Mecellenin hükümden kaldırılması ve geçiş hükümleri ise 864 sayılı Kanunu
Medenininin Sureti Mer'iyet ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanunla düzenlenmiştir.
Kanunun 1. maddesine göre" Kanunu Medeninin mer'i
olmaya başladığı tarihten evvelki hadiselerin hukuki hükümleri, mezkur
hadiseler hangi kanun mer'i iken olmuş ise yine o kanuna tabi kalır.
Binaenaleyh 4 Ekim 19 26 tarihinden evvel vuku bulmuş olan muamelelerin
hukuken lazımülifa olup olmamaları ve neticeleri mezkur tarihten sonra dahi,
vukuları zamanında mer'i olan kanunlara tevfikan tayin olunur. Bilakis 4 Ekim 19 26
tarihinden sonra vuku bulmuş olan hadiseler, kanunda muayyen olan müstesnaları
mahfuz kalmak şartıyla Kanunu Medeninin hükmüne tabidir."
2.madde de; "Kanunu Medeninin intizamı amme ve adabı
umumiyeyi temin zımnında vazedilmiş olan kaideleri, mer'i olmaya başladıkları
zamandan itibaren haklarında istisnai bir hüküm olmayan bütün hadiselere kabili
tatbiktir. Binaenaelyh yeni Kanuna göre intizamı amme ve adabı umumiyeye
mugayir olan kaideler, yeni kanun mer'i olmaya başlar başlamaz hiçbir şekilde
tatbik edilemez."
3.maddede "Kanunun, iki tarafın arzu ve iradelerini
nazarı itibarı almaksızın tanzim ettiği muamele ve münasebetler yeni kanunun
neşrinden evvel vukubulmuş olsa bile mer'iyetinden itibaren yeni kanuna tabi
olurlar."
4.maddede "Eski kanun mer'i iken vukubulmuş olup da
yeni kanunun mer'iyetinden evvel kendilerinden bir hakkı müktesep vücuda
gelmemiş olan hadise yeni kanunun mer'iyeti tarihinden itibaren ona tabi
olur."
43.maddede de " Kanunu Medeniye, Borçlar Kanununa ve bu
Tatbikat Kanununa muhalif olan hükümler ile Mecelle mülgadır " hükmü
getirilmiştir. Kanunun yürürlük tarihi ise 48. maddeye göre 4 Ekim 19 26'dır.
Tatbikat Kanununun bu hükümleri geçiş (intikal) dönemi hukuk
kurallarına yani yasanın zaman yönünden yürürlük kurallarına ilişkindir.
Öğretide zaman yönünden yürürlük hukuku kuralları evrensel
hukuk kuralları ilkelerine uygun şekilde tartışılmıştır.
" Özel Hukuk ve Kamu Hukuku alanının Yürürlük (geçiş)
Hukuku sorunlarında uyulması gereken temel ilke "Adalet İlkesidir".
Hukuk Devleti "Adalet Devleti" demektir. "Adalet" terimi
görece, kişiden kişiye ve çağdan çağa değişen bir kavramın adı ise, Adalet İlkeside
Yürürlük Sorunları Hukuku alanında kullanılabilecek bir ilke olmaktan çıkar.
Ölçüt (Kıstas, Kriter) olarak kullanılamaz. Hukuk Feslefesinin de anlamı ve
değeri kalmaz.
Adalet'in iki alt ilkesi vardır. Birinci ilkesi eşitlik
adaletidir. Anayasa'da bu ilke "eşitlik ilkesi" olarak ifade
edilmektedir. Bu ilke gereğince, "insanlık onuru'nda dolayısıyla insan
haklarında, dil, din, cins ve ırk ayrımı yapılmaksızın herkes eşittir. (Anayasa
made 10)
"Adaletin" ikinci boyutu veya ikinci alt ilkesi;
Anayasa'da sadece "Adalet" terimi ile ifade edilen "
Hakkaniyet" ilkesidir. Buna "Somut Olay Adaleti" ilkeside
denilebilir."
Yürürlük Hukuku alanında da Evrensel Tabii Hukukun ilk ve
temel ilkesi olan Adalet ilkesi gereğince çifte standarda asla
kavuşturulmayarak (eşitlik ilkesinin sonucu) herkese hak ettiği verileceğine
göre, Yürürlük Hukuku alanında "Kazanılmış Haklara" riayet edilmesi
doğrudan doğruya "Adalet İlkesi" gereğidir. (Herkese hakettiğinin
sağlanması)
Evrensel Tabii hukukun bir diğer ilkeside Devlet'in, Hukuk
Devlet'i olduğuna ve Hukuka bağlı davranacağına güvenin koruması, hukuki
görünüşe iyi niyette güvenin korunması, kısaca güvenin korunması ilkesidir.
Üçüncü bir ilkede -ki aslında ikinci ilke olarak alınması
daha doğru olur - Hukuk'un her alanında yürürlükte olan Dürüstlük İlkesidir.Bu
ilkeye bağlı alt ilkelerden birisi hakların kötüye kullanılmaması ilkesi, bir
diğeri; somut olayda savunmayı ve korunmayı haklı gösterecek bir sebep
olmadıkça başkasının haklarını ihlal etmeme, başkasına zarar vermeme ilkesidir.
Yahut Dürüstlük İlkesine bağlı bir ilke olan "başkasına zarar vermeme
" ilkesinin iki alt ilkesi olarak " hakların kötüye kullanılması
yasağı " ve " başkasına zarar verme yasağı" ifade edilebilir."
( Hatemi - İntikal (geçiş) Dönemi Hukuku - (Zaman Yönünden Yürürlük Hukuku) -
Aralık 2004 İstanbul - Sayfa 5-8 )
Tatbikat Kanununun genel hükümleri yukarıda orijinal
metniyle açıklanmıştır.
Sayın Hatemi' de bu genel hükümleri öğretide
değerlendirmiştir.
Genel ilkeler şöyle ifade edilebilir.
"1)Her Kanun yürürlük tarihinden itibaren yürürlükten
kalkıncaya kadar, yürürlük dönemindeki ilişki, işlem ve olgulara uygulanır.
Eski Kanun döneminde kurulmuş ve gerçekleşmiş ilişki, işlem ve olguların kendi
yürürlük tarihinden sonra doğan sonuçları da kural olarak bu kapsamdadır.
2)Eski Kanun döneminde gerçekleşmiş ve kurulmuş ilişki,
işlem ve olgular ile bunların yine Eski Kanunun yürürlük döneminde doğan
sonuçlarına tekrar dönülerek bunlar tartışılmaz. Çünkü birinci ilke gereğince
bunlarda Eski Kanun'a tabi olmuştur.
3) Ancak; sözleşme serbestisi alanına giren ilişkilerde,
Yeni Kanun'un yürürlüğe girdiği tarihten sonra doğan sözleşme sonuçlarına da,
Eski Kanun'un sözleşmede açıkça gönderme yapılmış veya sözleşmenin örtülü
içeriğine – güven kararına göre- dahil sayılan kuralları, artık Kanun kuralı
olarak değilde sözleşme kuralı olarak uygulanmakta devam eder, meğer ki bu
"Eski Kanundan iktibas edilen sözleşme kuralları", Yeni Kanun'un
emredici, aksine sözleşme yapılamayacak olan kurallarına aykırı olsun! Bu
ihtimalde artık bu kurallar, sözleşme kuralı kılığında ortaya çıksalar dahi,
sözleşme kurallarının emredici kuralları bertaraf edemeyeceği genel kuralı gereğince
uygulanamazlar ve Yeni Kanun'un kuralları, gözönünde tutularak Sözleşme'nin
"uyarlanması" veya "tamamlanması" gerekir."
(Hatemi-İntikal (Geçiş) Dönemi Hukuku-(Zaman Yönünden Yürürlük Hukuku)-Aralık
2004 İstanbul-sayfa 25)
Tüm bu açıklamaların ışığı altında, somut olayda davacının 20.06.2006
tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu sol diz crush yaralanması ile geçici
olarak iş ve güçten kaldığı, olayın Kurumca iş kazası olarak kabul edildiği,
olayda davalı işverenin %70 (yüzde yetmiş), davacı kazalının %30 (yüzde otuz)
oranında kusurlu olduğu, davacıdaki arızanın, fonksiyonel araz bırakmadan
iyileşmiş olduğundan sürekli maluliyete uğramadığı, iyileşme süresinin 20.06.2006
tarihinden itibaren 4 aya kadar uzayabileceği hususları ihtilafsızdır.
Somut uyuşmazlıkta;
davacıdaki geçici maluliyet oranı % 0 olsa dahi manevi tazminata hükmedilip
hükmedilemeyeceği ve ücret ödendiği takdirde tazminattan sayılıp sayılamayacağı
taraflar arasında itilaflıdır.
Bu husus öğretide ve
yargısal kararlarda da tartışılmış ve içtihadlarla istikrar kazanmıştır.
"İş kazası
sonucu iş göremezlik oranı %0 olarak tespit edilen sigortalı işçinin hastanede
kaldığı ve raporlu olduğu günler, vücut bütünlüğünün zedelenmesi, duyduğu acı
ve üzüntü nedeniyle kendisine uygun bir manevi tazminat takdir edilmesi
gerekir.
Gerçekten bedensel ve
ruhsal sağlığında önemli bir bozulma olduğunu kanıtlayamayan kişinin manevi
tazminat isteme hakkı yoktur. Günlük İş hayatında sıkça görülebilecek ufak
tefek sıyrıklar, çizikler, yanıklar gibi nedenler, kişiye kural olarak manevi
tazminat hakkı vermez Bunun gibi, ağır
bedensel zarara uğramayan işçinin yakınları, olay nedeniyle manevi tazminat
isteyemezler "(...- İş Kazası veya Meslek Hastalığından Kaynaklanan
Maddi ve Manevi Tazminat Davaları... 2011- Sayfa 1391-1392 )
"Manevi tazminatı belirleme yetkisi en geniş şekilde
yargıcın takdirine bırakılmıştır. (MK. mad. 4) İkinci aşamada da gerekli
indirim faktörleri dikkatle alınır. Bu şekilde sonuca
ulaşılır.(Deschenaux/Tercier,..., s.212-213) Yargıç takdir yetkisini
kullanırken aşırılığa düşmemelidir, keyfiliğe düşmemelidir. Kişisel
karakterine, inancına göre karar vermemelidir. (Akyol, Medeni Hukuka Giriş,
S.344) Türk Hukukunda manevi tazminatı ele alan TBK 56 ve 58. (BK 47 ve 49.)
maddelerinde manevi zararın ağırlığı koşulu aranmamaktadır. Ancak alalede
bedeni acılar için manevi tazminata hükmedilmeside doğru değildir. (...
/.../.../ ...., S.656)" ...- Tazminat Hukuku- Ankara 2014-S1196 vd.) "Hakim,
manevi tazminatı takdir ederken hususi halleri dikkate alacaktır. Hakimin
manevi tazminat takdiri konusunda geniş bir takdir yetkisi olduğu kabul
edilmelidir. Zararın ağırlığı, zarar görenin çevresinin kişiye bakışındaki
değişiklik, zarar görenin yaşam kalitesindeki azalmanın oranı, pisikolojik
etkileşimin ağırlığı, tarafların ekonomik gücü hakim tarafından dikkate
alınacak ve manevi tazminat takdir edilecektir.
İş kazası ve meslek hastalığı sonucu geçici veya sürekli iş
göremez durumuna gelen sigortalı, Borçlar Yasasının 47. maddesine göre manevi
zararın giderilmesini isteyebilir. Diğer bir dayanak 26.06.1966 gün ve 7/7
sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıdır. Anılan maddeye ve İçtihadı Birleştirme
Kararına göre manevi tazminata hükmedilmesi için 1-Eylem, 2-Zarar, 3-Zarar ile
eylem arasında illiyet bağı, 4-Eylemin Hukuka aykırı olması, 5-İşçinin cismani
zarara uğraması koşuldur. 6098 Sayılı yeni Türk Borçlar Yasasının 56.
maddesinde manevi tazminatın yasal dayanağı düzenlenmiştir.
Sigortalı; iş kazası
veya meslek hastalığı sonucu sürekli iş göremez duruma düşmeyebilir. Ancak kaza
sonucu örneğin, ayağı kırılan bir işçinin aylarca raporlu kalması durumunda
veya meslek hastalığına yakalandığı tespit edilen sigortalının bu hastalığının
henüz sürekli iş göremezlik derecesine ulaşmamış olması durumunda, bu olay
nedeniyle üzüntü duymayacağı söylenemez. O halde, iş göremezlik oranının %0
olduğu bu gibi durumlarda da manevi tazminat hakkının doğduğunun kabulü
gerekir. Yargıtayın yerleşmiş içtihatlarıda bu yöndedir" (... - İş
Kazası Veya Meslek Hastalığından Doğan Maddi ve Manevi Tazminat Davaları
Uygulaması- ... 2011 - Sayfa 1057-1058)
"Maluliyet oranı %0 olsa dahi davacının iş kazası
neticesi oluşan rahatsızlık nedeniyle üzüntü ve elem duyacağı, vücut bütünlüğünün
zarara uğramış olduğu, ruh bütünlüğünün ihlali, sinir bozukluğunun oluşması
kaçınılmaz olup, manevi tazminatın düzenlendiği Borçlar Kanununun 47.
maddesinde belirtilen cismanı zarar koşulunun somut olayda oluştuğu
kuşkusuzdur. Hal böle olunca, maluliyetin olmadığından bahisle mahkemece manevi
tazminata hükmedilmemesi yersizdir" . (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi Esas No:
2006/4815, Karar No: 2006/7231, 3 Temmuz 2006 tarih)
"Dava, iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminata
ilişkindir. Bu tür davalarda öncelikle beden gücü kaybının olup olmadığının
yetkili sağlık kurullarınca tespiti gerekir. Somut olayda SSK... Bölge Hastanesi Sağlık
Raporları ile davacının hafif işlerde çalışması nedeniyle bel ağrısı sonucuna
ulaşılmış ve herhangi bir iş gücü kaybı tespiti yapılmamıştır.
Mahkemece yapılacak iş; maddi tazminattan vazgeçen davacının
bu kaza nedeniyle beden gücü kaybına uğrayıp uğramadığının kesin olarak
saptamak, şayet bir maluliyetinin olmadığı anlaşılırsa bu takdirde bu defa
hastanede ve istirahatte kaldığı günler için uygun bir manevi tazminata
hükmetmek gerekir." (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 25.12.2002 , 10352-11160)
"Somut olayda, davacının 13.07.1997 tarihinde zararlandırıcı
sigorta olayında iş kazasına maruz kaldığı ve vücut bütünlüğünün zarara uğramış
olduğu, iş kazası sonrasında 30 gün süreyle raporlu kaldığı ve sağlam insana
göre maluliyet oranı olmasa dahi üzüntü ve elem duyacağı, ruh bütünlüğünün
ihlalininde cismani zarar kavramına dahil bulunduğu söz götürmez. Bu halde,
manevi tazminat yönünden anılan koşulların oluştuğu görülmekle, öncelikle dava
niteliği gereği olayda tarafların kusurlarının tespiti için yöntemince kusur
raporu alındıktan sonra makul bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi
gerekirken davacının sonradan ortaya çıkan hastalığı ile geçirdiği iş kazası
arasında uygun illiyet bağının kurulamayacağına ilişkin rapora dayanılarak
yerinde olmayan gerekçeyle davanın reddine karar vermek bozma nedenidir. "
(Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 27.01.2005 2004/10351-303)
"Dosya kapsamındaki kayıp ve belgelerde; davacı
sigortalının sürekli iş göremezlik oranının %0 olduğu anlaşılmaktadır. Somut olayda, zararlandırıcı sigorta olayı
sonucunda davacının sol ayak baş parmağından yaralandığı ve sağlam bir insana
göre sürekli iş göremez durumuna gelmese dahi üzüntü ve elem duyacağı, ruh
bütünlüğünün ihlali, sinir bozukluğununda zarar kavramına dahil bulunduğu söz
götürmez. Hal böyle olunca ve özellikle yukarıda anılan koşulların oluştuğu da
dikkate alınarak, davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata karar
verilmesi gerekirken, yazılı şekilde manevi tazminat isteminin reddine karar
verilmesi isabetsiz olmuştur. " (Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 28.04.2015
Esas: 2014/23535, Karar:2015/ 9284)
Somut olaya gelince davacı zararlandırıcı olay neticesinde
sol dizinden yaralandığı ve bu nedenle vücut bütünlüğünün zarara uğramış
olduğu, yukarıda açıklanan Yüksek Özel Dairenin yerleşmiş içtihatları
gereğince, bu durumda cismani zarara uğrayan davacının sağlam insana göre
sürekli iş göremez hale düşmese dahi, bu eylemden üzüntü ve elem duyacağı, ruh
bütünlüğünün ihlali, sinir bozukluğununda cismanı zarar kavramına dahil
bulunduğu söz götürmez olduğundan, yerel mahkemenin manevi tazminat isteminin
reddine ilişkin gerekçesi yerinde değildir.
Olay tarihinde yürürlükte bulunan Borçlar Kanunun 47.
maddesine ve 26.06.1966 gün ve 7/7 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararına göre
manevi tazminata hükmedilmesi için 1-Eylem, 2-Zarar, 3-Zarar ile Eylem arasında
illiyet bağı 4-Eylemin Hukuka Aykırı Olması, 5-İşçinin cismani zarara uğraması
koşuldur.
Somut olayda davacıya zararlandırıcı olay neticesinde sol
diz crush yaralanması teşhisi konulduğu, Adli Tıp Genel Kurulunca verilen
rapora göre bu arızasının fonksiyonel araz bırakmadan iyileştiğinden sürekli
maluliyetine yer olmadığına karar verildiği, ancak iyileşme süresinin 26.06.2006
tarihinden itibaren 4(dört) aya kadar uzayabileceğine ve bu süre zarfında
mesleğini icra edemeyeceğinden, bu süre zarfında %100 oranında malul sayılması
gerektiği bildirildiğinden ve işverenin iş kazası veya meslek hastalığı ile
ilgili olmayan işçisine veya mirasçılarına işçilik alacakları (ücret, kıdam
tazminatı vs.) karşılığı yaptığı ödemeler tazminatlardan indirilemeyeceğinden,
tüm yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı yürürlükte bulunan Borçlar Kanununun
46 ve 47. maddeleri ve yargısal ictihatlar doğrultusunda davacının maddi ve
manevi tazminat davaları yönünden olumlu bir karar verilmesi gerekirken,
yerinde görülmeyen nedenlerle her iki davanın reddine karar verilmesi usul ve
yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları
kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,
temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 23.11.2015 gününde oybirliğiyle
karar verildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder